Wednesday, March 23, 2016

Bir İhtimal Daha Var; O da Yazmak mı Dersin?

Bir türlü bir girizgah bulamadım. Öyle yazdım olmadı, böyle yazdım olmadı. Giriş niyetine aklıma geliveren bütün sözcükler sırıttı, bedenleri uymadı. Ya da sanki ne idüğü belirsiz bir kara delik peydahlandı kapıya, cümlelere yerleşmeye çalışan özneleri, tümleçleri ya da yüklemleri yuttu, yok etti. Ne zormuş arkadaş kendi evini boşaltıp kiraya çıkmak. Kendi evimdeyken (ezguita.blogspot.com) istediğim duvarı deliyor, istediğim saatte dans ediyor, bağıra çağıra şarkımı söylüyordum. Bu gece bu evde ilk günüm. Yatmadan yastığın altına anahtar koymayı unuturum diye az evvel gidip koydum anahtarı bile...
Eeee yeter bu kadar kasmak diyerek atlıyorum balıklama mevzuya...
Bilenler bilir; Türkiye "ciddi" meseleleri konuşan "ciddi" insanların memleketidir. Benim Merve'den, Merve'nin babannesinden, babannenin atalarımızdan öğrendiği söz der ki "bir gülmek var, ağlamaktan beter"!
Her geçen gün daha gerginiz, daha asık suratımız. Topluca iyiden iyiye atarlandık. Sakın gelme, sözlerim kayıp. Sakın gelme hazır değilim, deliyim kaç gündür, poyrazım tuttu, lodosum soğuk. Sakın gelme dönesim yok, çok uzaktayım çok, bir şarkı var aklımda, söylemesi ayıp...
İşte size iyiden iyiye ayarımızın bozulduğunun ispatı; çok değil bir hafta öncesinde takvimler cuma akşamı iş çıkış saatlerini gösterirken ana-oğul Güneyto ile ben, Kadıköy Moda'dan ikamet istikametimiz Kozyatağı'na doğru yola çıktık. Cuma iş çıkışı olması yetmezmiş gibi pis de bir yağmur başlamasın mı? Biz 2 saftoz kafa, fazla beklemeden boş taksi bulunca hemencecik oracıkta sevinip, taksiye biner binmez de "meğerse burası bizim evimizmiş" diye oyun oynamaya başladık. Oysa gıdım gıdım ilerleyen trafikle boğuşan sevgi yumağı, tonton bir dede kılığındaki taksici giderek bir kurt adama dönüşmekteymiş. Trafik yetmezmiş gibi taksicinin bir de telefonu çalmaya başladı zırt zırt. Sorumsuz oğlu ve yelloz karısı aralarında anlaşmışlar gibi sırayla arıyorlardı. Sinema tutkunu olan ben, aynadan taksicinin Spencer Tracy'e acayip benzediğini farkettiğimde, mevzuyu da anladım. Ama geç kaldım. Tonton dede bize patladı, yolculuk karakolda tamamlandı.
Esas bomba karakol sonrası otobüs durağını sormak üzere durdurduğumuz 3 genç adamdan geldi. Bizi önce dilenci sanarak azarladılar. Ben henüz bunun şokunu atamamıştım ki dilenci sanıp da başlarından defetmek üzere verdikleri 10 TL'yi almadığımız için bir azar daha geldi! Bir hayli trajikomik bir durum. Üst baş tertemiz, gıcır mı gıcır, saçlar fönlü. Anne, Marla Singer'la Kate Winslet sentezi. Oğlan desen doğma büyüme Brando, Marlon Brando. Gene de kurtulamadık. Ağlasam mı gülsem mi bilemedim. Gülmeyi tercih ettim.
Hayat bu aralar Güneyto'nun bugün klozete yaptığı büyük tuvaletine bakıp "Bok gibi kaka" demesi gibi sanki…

Thursday, December 17, 2015

Biletim Buraya Kadar

Sanki sevgilimden ayrılıyor gibiyim. Öylesine bir sıkıntı, öylesine bir darlanma, öylesine kapkara bulutlarla kuşatılmışlık hissi. C Bloktaki daireden ise reel olarak ayrılıyorum. Bir süreliğine. Arkada Ramstein çalıyor sürekli. Koşuyorum... koşuyorum... koşuyorum... Ezguita Forever!*
Tuhaf, 8 yaşındaydım;
Hava kapkara bulutlarla doluyken, 
Tülün arkasından annemin işten gelmesini bekliyordum bir gün ben, 
Kara bulutlar kopup gökyüzünden içime doldular birden.

Tuhaf, 25 yaşındaydım;
Gene geldi bulutlar.
Küçükken hayal bile edemezdim, yolun yarısını bir hayli geçmişken de bulut filolarının arada geleceğini.

Büyü de baban sana büyü de büyü.**
Büyüyüp de 17'ne ve hatta 37'ne geldiğinde baban sana kara bulutlar gibi kara hisler alacak. Sense alıp eline domestos ve skoçbırayt, ağartmak için hisleri var gücünle ovalarken, temeldenkuran ablanınki gibi temelden tribal cümleler kuracaksın. Kim derdi ki seninle her gün ayrılacağız gibi, di mi? Dündü ayrıldık, evvelsi gündü hatta, gene ayrıldık, e bugün de ayrıldık.
Dün gece, bu gece, evvelsi gece, karardı bulutlar ve ruhlar.
Öfff be, baydın ama sen de, Ezgisu çok negatifsin.
Pardon ama kaldır kafanı instagramdan da bir filtresiz kendine bak. Her gün farklı bir mekanda, farklı "dostlarla", farklı filtre kahve içmektesin. Ne gariptir ki hep aynı gülmektesin. Mutsuzluğu sen seçtin, samimiyetsizliği seçtiğin gibi.
Bense tiye almayı öğrendim. Ve de mutlu olmayı. Kendimi bildim bileli ise transparanım. Rol yapamam, politik olamam. Case study*** olarak incelenmişliğim de vardır. 
Havalara girme sakın sen bakkal amca, sen doktor bey ve sen müdire hanım. Kim case study değil ki. Sen de öylesin. Aramızdaki fark, sen kendine bile söylememektesin. Bense ramazan davulcusu misali dere tepe gezmekte, cümle aleme deklare etmekteyim.  

Ve az önce Ativan İdman Yurdunu alt etmek için açtığım bu blogta, yürüdüğüm ülküde, gösterdiğim amaçta 100. müsabakayla, 100. yazıyla yorgun argın ringin ortasına yığılıp kaldım ne yalan söyleyeyim.

Ve az önceden biraz sonra kimyasal madde taşıyan tırlar gibi, sağa çektim kendimi.

"Buraya kadar herşey yolunda"ydı ilk motto. İşte ikincisi:

Ey "Türk" Gençliği,
Birinci vazifen mutlu olmaktır.

Bitti...

*Lucas Muddysson'un 2002 yapımı Lilya 4-Ever'a atfen.
**Grup Yorum'un bir şarkısı.
***Türkçesi vaka çalışması.

Wednesday, December 2, 2015

Bak Postacı Geliyor

Sayın C Blok sakinleri bugün sizlere bir dizi iyi, bir dizi kötü (doktor birkaç kas yırtılması olduğunu söyledi!) haberim var.
Bir kötüyle başlıyoruz korsan yayınımıza sayın okuyucular ya da sadece bakıp çıkanlar; Siteye adını veren Boogie Nights filmi Türkiye'de Ateşli Geceler ismiyle gösterime girmişti. Bu bilginin ışığında şunu itiraf ediyorum ki sayın komşularım, Ateşli Geceler sitesini ziyaret edenlerin sayısı giderek azalıyor. Acı ama gerçek... 
Oysa gerek havaların giderek soğuması ile bedenlerimiz, gerekse Türkiye'nin yüzünü Teksas'a dönerek edindiği yeni bir çehre, yeni bir vizyon ile ruhlarımız üşümekte. Bu durumda bir pinçik de olsa ısınmak için yorgan ve battaniyenin altına girip buz tutmuş ayaklarımızı da yanımızdakinin bacaklarının arasına cebren ve hile ile sokup geceyi ateşlendirmek hiç de fena fikir değil sanki? Ne dersiniz?
Nedir sizce ziyaretçi sayısının bu denli düşmesinin sebebi? Bu kasabada ayakların sevilmemesi olabilir mi?

Ben diyorum ki Boogie Nights Forever ismi yerine Sonsuza Kadar Ateşli Geceler olarak değiştirelim sitenin ismini. Sitenin trafiği artsın. Misal yazın vizyona giren Çıplak Ten filmine Pedro Almodovar filmi izlemek için giren "bilinçli" seyirciler gibi doğru beklentiyle gelenler yazıları okusun. Filmin adı başka birtakım durumları çağrıştırdığı için farklı beklentilerle gelenler isterlerse çıksın gitsin. Doğal seleksiyon misali.
Hayır bu sefer girmicem, dilimin ucuna gelse de "Bu ülke neyi sever ki?", "Ya seversin, ya terkedersin arkadaşım" mıhabbetine. 
İyiden iyiye niyetler bozuk, moraller o biçim.

İşte ikinci kötü haberimiz; Kadıköy İlçesi, Sahrayıcedit semtinin en güzel, en zeki ve en Türk'e benzemeyeni, ben diyim Norveç, siz deyin İsveç tipli kızımız Elis'in shengen vizesi geri döndü. Pasaportun sayfaları envai çeşit vizeyle dolu olmasına rağmen hem de. Evraklar tastamam, tek aklıma gelen Avrupa acaba kendini güvende hissetmiyor ve zeka olsun, güzellik olsun, zarafet olsun çeşitli açılardan Kadıköy'ün Aniston şubesini olası bir tehlikeden uzak tutmak maksatıyla mı vermiyor yengen vizesini.

Hadi gelin Artvin yöresinden bir türkü eşliğinde halay çekerek kutlayalım iyi haberimizi; harçlıkla yaşama dönemim bitiyor mu yoksa, yoksa üç vakte kadar geçende falda çıkan para geliyor mu sahiden bana?