Saturday, November 21, 2015

Yaptığına Şantaj Denir Böyle Aşka Montaj Denir

Bazen kendimi tutamayıp üstümde başımda ne varsa, ne biriktiyse cebimde, çantamda hepiciğini deklare etmek istiyorum tüm kamuoyuna. Şeytan diyo yap bir durum güncellemesi, bodoslamadan dal, hiçççç tutma kendini. Misal şüphesiz ki çatlatarak sesini; "Sen beni de kavurdun ya o kahve çekirdeklerinin yanında, Allah da seni kavursun e mi:)" diye bir sesli mesaj paylaş. Altına da bi video patlat; 

Ne başı var ne de sonu
Söyle gerçek sevgi bu mu
Hasret kaldım gerçek aşka
İçin başka dışın başka
Yaptığına şantaj denir
Böyle aşka montaj denir

Ey yolcu izlemeden geçme bu videoyu;

Aynı bakışla söylüyorum ben de bu şarkıyı. Sonundaki şantaj, montaj, şantaj, montaj kısmını da 2 ses yapalım dedim. Rana ne dersin?

Bu en damar fentezimdi, durum güncellemesi ya da başka bir deyişle statü apdeyti kapsamında.
Bir de toplumda çok görülen bir başka durum güncellemesi şekli var ki bu sanki daha cool sanılmakta ama nacizane kanaatimce yanılınmakta: Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla modeli. Dalgaların, denizlerin, bulutlarıın, kırlangıçların karşısında, şeytanın duyunca kohkidikohkoh kahkalarıyla krize girdiği, mesaj kaygısı içindeki ademoğlu, havva kızının ağızdan dökülen tribal söz öbekleri. Bu model en çok şiir formatında kullanılır. Mesaj verme derdine düşmüş biçare kişi öbek öbek karizmayı çizerken, karşı taraf nefes alır derinden...

Genç kızlar, siz siz olun şu tarz cümlelerden uzak durun:
Gün gelecek, devran dönecek
Şimdi gözyaşlarıma gülenlere
Evrenin enerjisi en güzel cevabı verecek.

Öptüm cici beyler, bayanlar, "merdivenden kayanlar" ben demedim, baba esprileri antolojisinden aldım. Yalanım varsa 'ş'arap olayım.

Wednesday, November 18, 2015

Alice Naiflikler Diyarında

Daha önce de belli belirsiz söylemiştim; ağır abimiz Heidegger'in* müstesna önermelerinden biri; "insan dünyaya öylece bırakılmıştır" sözünü. 
Bu söz bende saatte 200 km hızla giden bir motosikletin üstünde sürücüye sımsıkı sarılmış, fonda Child in Time'ın** enstrümantal bölümleri bangır gümbür çalınırken karşıdan gelen kamyona çarpıp varımız ve yoğumuzla tuz buz olmuşuz gibi bir etki yaratır. Tahribat gücü o denli yüksektir benim nazarımda. Lafın kendisi ise cami avlusuna kundaklanıp bırakılmış 3 günlük bebeyi çağrıştırır. Sanki ana rahminden roket misali dışarı fırlatılmış, bir cami, bir kilise, bir sinagogta açmışız gözlerimizi.
Henüz sadece bir metre uzağı görebilen gözlerimiz öyle büzüşüp kalmış, onların yerine avazımız çıktığı kadar ağlar gibi bağırmış, bağırır gibi ağlamışız.

Dünyaya gelmek böyle bir şey sanki. Hele de güne ağzından ateş üfleyen ejderha saldırılarıyla başladığımız bugünlerde. 
Keşke dünyayı Hayao Miyazaki*** yönetseydi.
Heidi'nin dedesinin oturduğumuz sokaktaki fırınından alsaydık ekmekleri.
Kapı komşumuzun oğlu Fırat**** olsaydı.
Güneyto ve Fırat bütün gün ellerinde cincibir***** gazozları un, dos, tres çiş kaka diye dolaşsaydı.
Kozzy Avm yerine aşağı mahalledeki yazlık sinemaya gitseydik, bir elimizde minderimiz, diğer elimizde film izlerken çiteceğimiz çiğdemimiz.
İyisi mi dünyanın bütün naifleri birleşiniz!
...

Güneyto'nun sormasını bekliyorum ama inat etti sanki, zinhar sormuyor; "Ben dünyaya nasıl geldim annecim?" 
-Atrium gezegeninden fırlatılan bir uzay gemisi yakıt ikmali için Kozyatağı yanyolda, uno copy'nin karşısıdaki akaryakıt terminaline iniş yaptı. Biz de o esnada terminalin marketinde babanla mimik dilini kullanarak kavga ediyorduk. Kendimizi öyle kaptırmışız ki Atrium'dan kalkan ve Natilius istikametine doğru gitmekte olan uzay gemisinin hareketinden nice sonra yanı başımızdaki koltukta sessizce bizi izlemekte olan seni farkettik. Anlaşılan tuvalet ihtiyacını gidermek üzere markete dalan uzay gemisi yolcularından biri unutmuştu seni. İşte dünyaya dış hatlar uçuşu yapan bir uzay gemisiyle geldin yavrucuğum.
Babanne "leylek getirdi seni mi dedi" dedin? O ne ya? Kakan bitti, hadi yürü banyoya.



*1889-1976 yılları arasında yaşamış Alman filozof.
**Rock grubu Deep Purple'ın bir şarkısı
***Japon anime yönetmeni
****Uğur Gürsoy'un çizdiği bir karikatür kahramanı
****80'lerde daha ziyade Ege Bölgesi'nde tüketilen bir gazoz markası


Tuesday, November 3, 2015

Zaman Tünelinde Yolculuk


Sevgili arkadaşlar,
Başımıza öyle bir bela aldık ki şahsen benim umudum falan kalmadı. Cahil desen değil, aptal desen değil, kafadan kontak desen değil. Vardır tabi içlerinde birtakım böyleleri. Ama çoğunluk da böyle mi? Çoğunluk* filmindeki gibi hani?
R.T. Hannibal ve fantazileri bir bir gerçek oldu. Hollywood sineması simülasyonlarını hem niteliksel hem de niceliksel açılardan gerçeğe dönüştüren en başarılı ülke sıralamasında bronz ve gümüş madalyaların ardından 1 Kasım'da altın madalyayı da alarak salondaki camlı büfeye koyduk. Deselerdi inanmazdık; bir yüce Türk ekibi zaman makinesini yapacak. Ama yaptık ve tam planlandığı gibi sofu lakaplı 3. Osman'ın tahta oturduğu 1754 senesine geri döndük.
Felaketin tam ortasındayız, ne felaket tellallığı yapması.
Can dostum Halit Ayarcı'nın pek doğru önerisi üzerine apolitik hayata geri dönüyoruz biz. Yoksa sinir hastası olmak işten değil.
Bu demek değil ki duyarsızız; aksine bağırmaktan sesimiz kısıldı, gelin yamacımıza sesimizi duyarsınız.
Zevzek zevzek konuşuyoruz evet.
Bu demek değil ki aptalız; hiç şüpheniz olmasın, herşeyin farkındayız. Aptal numarası yapmaktayız sadece.
Günü gelince bizi de gözlerini kırpmadan sivil insanları öldürmek üzere üstlerine saldığınız, size biat etmeye programlanmış robotlardan sanın ve aldanın diye...





(*)Seren Yüce'nin 2010 yapımı filmi


Tuesday, October 27, 2015

Bir Gün Okula Giderken - Bölüm 3: Paradigmanın İflası*


Sayın yolcular;
Hikayemiz "Boğaziçi matematik bölümünde okumak - İşte Hendek İşte Deve" ile başladı.
Matrix Reloaded'a benzeyen şehir ve şehirde yaşam ile devam etti. Bundan sonraki duraklarsa sırayla şunlar:

-Hepsi birer numune olan öğrenci ve öğretmenleriyle matematik bölümünün kalsa kalsa bir tık gerisinde kalan felsefe bölümü. 
-Bu bölümde okuyan 2 kız; Cansu ve Çağla. 
-Sinema klübünde onlarla tanışmam.
-İkinci karşılaşmamda oturduğum evden ayrılarak bu 2 kızla 28 dakikada yeni bir eve taşınmam.
-Kısa sürede evimizin eşi benzeri olmayan bir yaşam alanına dönüşmesi.
-İzmir'den Esra'nın gelişiyle ev nüfusunun artması.
-Hiç konuşulmadan, doğal bir akışla evde birtakım şimdi bile aklıma geldiğinde nefes almama engel olan "uçuk" kurallar oluşması.

Bir Rumelihisar Üstü Habitatı'nda mevcut paradigmanın iflası.
Yerine Pembe Flamingolar** ya da Haftasonu*** ya da Burjuvazinin Gizli Çekiciliği**** tadında bir atmosferin inşası.

Kaptırdım kendimi ve hem kendim metafor denizinde boğuldum. Hem de sizi boğdum. Yazar burada şunu demek istiyor:

Hani bazı gerçekler vardır ya ailede herkes bilir ama, asla konuşulmaz, bilinmemezlikten gelinir. Herşey açık ve net ortadadır ama 3 maymun oynanır. Kız, erkek arkadaşıyla oturuyordur misal, oğlan gaydir ya da amatem'de tedavi görmektedir vesaire. Mevcut paradigmaya terstir bütün bu "gerçekler". O buyurur ki "kız kısmısı baba evinden koca evine gitmelidir, kızoğlankız teslim edilmelidir." Ne o açık sözlülüğüm rahatsız mı etti?

O zaman bir de şunu dinleyin; Doç. Dr. Fikret Başkaya'nın bir kitabı vardır; Paradigmanın İflası. Bu kitapta resmi ideolojinin yazdığı tarihi reddeder Başkaya, tarihsel verilere dayanarak yepyeni bir gerçeklik sunar, çoğu insanın hadi ordan be diyeceği.

-Size bir bilmecem var çocuklar,
-Haydi sor sor sor
-Terörist denince akla her an onun adı gelir
-pekaka pekaka pekaka

Resmi ideoloji tekerlemesine cevap Gülgün'den gelsin:

"Terörü lanetliyorum derken başına devlet eklemeyi hala ısrarla unutmak"!

1 Kasım'da hatırlamak ümidiyle.

THE END


(*) Fikret Başkaya'nın kitabı
(**) John Waters'ın 1972 yapımı filmi
(***) Jean-Luc Godard 1967 yapımı filmi
(****) Luis Bunuel'in 1972 yapımı filmi

Monday, October 26, 2015

Bir Gün Okula Giderken - Bölüm 2: Karanlık Şehir*


Eveeeet, nerde kalmıştık? 

Bundan bir 10 gün kadar önce hocaları ve öğrencileriyle "çılgın" bir ortam oluşturan Boğaziçi Matematik bölümünden sözetmiştim. Zeka ve özgüven seviyesini bir hayli düşürürken dengesizlik, tutarsızlık katsayılarını iyiden iyiye artırması ile dört düvele nam salmış bu bölüm, karabasan misali üstümüze çöküvermişti. 
Hele bir de politikayı takip ediyorsan, misal tek yaptığın Özgür Gündem okumak bile olsa okulun dışındaki hayat da pek albenili değildi hani.
Doğal gazdan ziyade kömür yakılan kış aylarında saç telinden ayak parmağına kadar sinen o kesif koku ve şehre çöken pis hava ile dekor tamamlanıyor, hayatlarımız distopik bir filme dönüşüyordu iyiden iyiye, sonunda hep kötülerin kazandığı.

Böylesine kararmışken şehir ve ben, hayatı renklendiren büyülü yedinci sanattan umutlanarak defalarca gidip geldiğim klübün kapısını en nihayet tıklattım ve içeri girdim. İçeride uzun dikdörtgen bir masanın çevresinde 10 kişi kadar toplanmış, İtalyan yeni gerçekçilik akımı üzerine bir çalışma yapıyorlardı. Kısa boylu, zayıf, beyaz teniyle tezat simsiyah saçları ve uzun sakalları olan, sert bakışlı bir adam (adının sonradan Bay Z. olduğunu öğrendiğim) aralıksız konuşuyordu. Bense bir es vermesini bekliyordum, öyle ayakta kala kalmıştım. İnceden terlemeye başlamıştım hatta. Derken mavinin bir acayip tonu gözleri olan, sürekli birkaç parmağıyla saçlarıyla oynayan, Bay Z.'nin yanında oturan başka bir kişi (adının sonradan Emin Alper** olduğunu öğrendiğim) bu bitmek bilmez monologu keserek beni boş bir sandalyeye oturttu.

O gün ve onu takip eden günler ve hatta yıllar zamanı geldiğinde Emin'in de yönetmen olup (imdb'de 7'nin üzerinde puanı olan!) okkalı filmler çekeceğini tahmin bile edemezdim. Ama tek bir sözcük söylemeden meraklı, çekingen ve pür dikkat dinlediğim, gözlemlediğim o ilk toplantının sonunda odadan çıkarken birtakım kanaatlar edinmiştim; bilginin de kötü niyetler güdüldüğünde iktidar aracı olarak kullanılabileceği gibi.

Devamı az sonra. Sen sigara molası ver gel.

(*) Alex Proyas'ın 1998 yapımı filmi
(**) Tepenin Ardı ve Abluka filmlerinin yönetmeni


Friday, October 16, 2015

Komşu Komşu Hu Hu Oğlun Geldi mi? Ne Getirdi?

Roberto Rodriguez'in 2003 yapımı Bir Zamanlar Meksika'da adlı filminin bir illüstrasyonu (Selma Hayek, Jonny Depp ve Antonio Banderas)
İçimden geçenleri yazmam mümkün değil. Çünkü negatif hepsi. Şu an hepsi negatif. Günümüzde ise negatif konuşmak çok uncool. Ağlamak da. Ağlıyorsan zayıfsın, güçsüzsün. Negatiflere, ağlayanlara, güçsüzlere yer yok. Bir de şişmanlara. Bakıyorum artık nerdeyse herkes kilo olarak zayıf. Herkes mutlu. Herkesin burnu havada. Herkes assolist. Herkes kendine uyan birkaç filtre, birkaç hashtag bulmuş. Hastalar, güçsüzler, şişmanlar, fakirler görüntü bozuyor. 
İtiraflardayım. Zaman zaman. İşte şimdi de.
Bir düşmekteyim bir kalkmakta. Sıklıkla sendelemekteyim.
Gülüşlü yazamıyorum.
Hadi benden geçtim. Katliamlar ülkesi oldu ülkemiz. Ruanda'dan korkardık ya biz, dünya alem bizden korkmakta şüphesiz.
Olanlara bakınca akıl ya durmakta ya da baştan gitmekte.
Bomba atılır sivillerin üstüne. Bu, bir.
Ölü ve yaralılarla doludur meydan. 
Bağrış çığrış. 
Bomba yetmez, kalan sağlar mı var, onlar da ölsün hesabı. Gaz bombası, tazyikli su, önümüze gelene bin tekme tokat, bir de jop ve hatta silah. Bunlar da iki ve üç ve dört...
Tabi ki Roberto Rodriguez'in Ankara, Sıhhıye Meydanı'nda çektiği filmden söz ediyorum. Pes doğrusu, gerçek mi sandınız?
Filmin adı; "Bir zamanlar Ankara'da." "Nuri Bilge Ceylan'dan arak kesin" dediniz belki içinizden. Değil ama. "Bir Zamanlar Anadolu'da*"dan önce "Bir Zamanlar Meksika'da"yı çekmişti Robertitito. Araklasa araklasa NBC araklamış olur. Ne zırvalıyorsun Ezguita? Ne arağı? Ne küreği? NBC bir usta. Roberto bir başka usta. Bambaşka paralel ve meridyenlerde bambaşka filmler çekmekteler. Ne güzel. İkisine de var yer bu dünyada.
Tıpkı sana, bana, kara kediye, ağaca, suya, ineğe, dağa yer olduğu gibi bu dünyada sana Selahattin; sana da yer var.

(*)NBC'nin (Nuri Bilge Ceylan) 2011 yapımı filmi 

Tuesday, September 29, 2015

Bir Gün Okula Giderken - Bölüm 1: Vampirle Görüşme


Dikkat: Aşağıdaki yazı birtakım matematiksel terimler ve espriler içermektedir.

Yıllar yıllar önce, 90'lı yıllarda doğanlar henüz bebe iken boğaza nazır, enfes doğaya, mimariye, atmosfere ve manzaraya sahip dünyadaki sayılı okullardan birinde her ne hikmetse matematik okumakta idim. Bana kalsa genelleme yapmakta hiçbir beis görmeyeceğim ama mesnetsiz sallıyo demesinler, en azından şundan %82 eminim, matematik bölümü gerek hocalar ve gerekse öğrenciler açısından bir hayli renkli, çatlak, nevi şahsına münhasır bireylerle doluydu, ben de dahil. Anlatacak ve de yuhanzi nidaları attıracak öyle çok olay var ki, di mi canım arkadaşım? Bu soruyu direkt sana sordum Füsun. 
Müge'yi bu işin içine hiç sokmayalım; zira kendisi matematik lisans eğitimi yetmezmiş gibi üstüne dünyanın unuttuğu, işte bu sebepten de Coen Kardeşler'in Fargo'yu çekerek hatırlattığı, eskimolara 233 km kala, karlı kaplı coğrafyaya gidip predoc, doc, postdoc, artık Allah ne verdiyse onları yapıp, ve hatta Fargo'nun çekimleri esnasında Steve Buscemi'yle tanışıp ülkemize döndü. Bir müddet görüşemedik. Dil konusunda özel bir yeteneği olan Müge, Türkçe ve Grek alfabesiyle İngilizceyi harmanlamış değişik bir tür denemesine girmişti. Ben ilk kızı doğduğunda ona pısay*, muhtemel bir ikinci olursa da kısay* ismini verir diye korkuyordum. Çok şükür vatanımıza tekrar adapte oldu. Kızının adını Eylül koymakla kalmayıp Güneytito'nun isim annesi koltuğunu Seda ile paylaştı. Paylaşımda hiçbir sorun çıkmadı; tek sayılı günler Seda'nın, çift sayılı günler de Müge'nin oldu. (Hocam nasılım ama; bire bir ve içine bir fonksiyon, eleman sayıları eşit olmasın sakın? (Matematiksel bir espri, baba esprisi sanılmasın aman diyim))
Bizler (50 kişilik bölümde 43 kişi) teoremler, lemmalar, assumptionlar ve akabinde show that, prove that ile cebelleşirken, "ya ben burayı kazandığıma göre zekiydim sanki, ama okuyom, bakıyom, ekliyom, çıkarıyom (O zamanlar bendeki İzmir aksanı henüz kaybolmamıştı) hiç ama hiç bişi anlamıyom, aptal mıyım mı acaba" haleti ruhiyesi içinde düş baba düş düş özgüveni düşürürken nicedir artan bir merakla uzaktan gizlice izlediğim, sinema klübünün kapısını ansızın gelen bir cesaretle çaldım ve içeri girdim.


Arkası fena halde yarın...

*Matematikte Grek alfabesi kullanılıyor. Okunuşları pısay ve kısay olan harfler de şunlar:
ψ: psei
ξ: ksei 

Friday, September 25, 2015

Baba ve Oğul... Baba ve Kız...



Sokaklar kurban bayramı münasebetiyle hayvan ve pisliği kokuyordu bir süredir. Birkaç güne kadar geçer koku.

Bugün bayramın ikinci günü. Saat sabah 5.30.
Lokasyon İzmit.






Arkamdaki yatakta tatlı su balığı babasına yapışmış uyuyor, simbiyotik bir ilişki kurmuşlar baba ile oğul adeta.
Kızsa günlerden tam da bugün, yıllardan tam 12 yıl önce kaybetmiş babasını. Her ölüm erken değildir aslında. Ama baba erken gitmiş. Kızın daha soracak sorusu, kızacak ya da sıkı sıkı sarılacak sebepleri varmış oysa. Ve tıpkı bu gece olduğu gibi ansızın açıverince gözlerini parmak uçlarında sokularak yanına babasının nefes alıp almadığını kontrol edesi...
Babanın nefesi kızın yanında kesilmedi. Kız babasının sesini bir gece önce çalan telefonun ahizesini kaldırınca duydu son kez; "Ezguita telefonu annene verir misin" demişti baba sadece.
Her ölüm erken değildir ama kızın eski evinde kömür gözlü oğlan ve baba simbiyotik bir ilişki kuramadan gitmişler diğer mekana.
Bu kez kız ve anne kurmuşlar, kurmak zorunda kalmışlar, simbiyotik midir nedir her ne haltsa onu.
Nereden çıktı bu zehir zemberek konu?
Bildim ben, sebep kurban bayramı nedeniyle sokakları saran bu kesif koku.
Hem sen böyle iç karartmacı yazarsan kimse seni okumaz.
İnsanlar gülmek istiyor babe.
Gerçi Türkiye en az gülen insanlar ülkesiymiş, sokakta gülünce kendi kendine kaçık, deli, çılgın, kafası güzel besbelli denirmiş.
Varsın öyle olsun aman deyim Ezguita senin hashtaglar şunlar olsun:
#mutluyum #mutlusun #mutlu #mutluyuz #mutlusunuz #mutlular
#güzelim #pozitifim #kalkkalkdansedelim

https://www.youtube.com/watch?v=_rIvOAaGJek

Monday, September 7, 2015

"Sevdim Seni Bir Kere" Listem

Wim Wenders'in Paris Teksas filmde Natasha Kinski
Anı yaşıyorum. Memento filmindeki yakışıklı zibidi Guy Pearce'a benzetiyorum kendimi. Her nedense Guy Pearce sıkı bir abi ama bir türlü as oyuncu olamadı; bir Christian Bale gibi misal. Bu iki oyuncudan boşuna bahsetmedim. Memento'yu da, Christian Bale'in oynadığı Batman Begins'i de (2005) Christopher Nolan adındaki dahiyane yönetmen çekti. Nolan bir büyük usta, ben Insomnia ile vuruldum kendisine ve Inception'la tapanzi noktasına geldim. Ona açık çek yazdım. Hamili yakinimdir. Her sözünün altına imzamı atarım. Çoktan girdi "Sevdim seni bir kere" listeme.
"Sevdim seni bir kere" listesi tıpkı bir şirketin Yönetim Kurulu üyelerinin listesi gibidir.
Anlatayım.
Bu aralar 40 yaşına taktım ya. 40 yaşına adım attığında; ilgi duyduğun alan(lar)da öyle daha önce tüm yapılanları, yazılı ve sözlü tüm külliyatı hatmetmiş olmana hiiççç gerek yok. Ortalamanın iki tık üstü bir zeka ve ilgi ile uğraştığın konuya dahil olduysan şayet çalıştığın, sevdiğin işte başarılı olman mümkün. Genel Müdürlüğe kadar götürür seni bu çaba. İşte burada anahtar sözcük 40 yaşa gelene kadar edindiğin tecrübe.
Sana "Genel Müdürlük" kapısını açtıran diğer parola ise o yaşa gelene kadar 38bin kere test ettiğin, kimi zaman kopup, geçen zamanla yeniden el ele verdiğin dostlar, arkadaşlar, değeri unutulsa da hatırlanan insanlar; daha kısa bir tabirle EKİBİN... İşte "Sevdim seni bir kere" listen.

40 yaşına geldim. Mutluyum, gururluyum, özgüvenim Himalayalar'ın tepesine çıkıp bayrağı dikti.
Çünkü Genel Müdürüm bir nevi.
Bir film gösterime girdi ve ben izlemedim. İnsanlar hep bu filmden söz ediyor. Ararım hemen Halit Bey'i, sinema ve edebiyatta çok güvenirim kendisine. Evet siz de farkettiniz; "Kim 500 milyar ister?" yarışmasındaki telefon hakkı formatı misali. Ayarcı'nın dediği benim dediğimdir ya da birkaç itiraz noktam vardır pahası olsa olsa darası kadar değeri olan.

Ve siyasette bir Avni abi vardır, dünya tatlısıdır sevdiğine. Evi de Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi Kütüphanesi gibidir. Okur ama ne okur. Ve en imrenilesi hiçbirini unutmaz, filin hafızasıdır hafızası.

Gelelim Hollanda Kraliyet Ailesi'nin alternatif Çin Tıbbı Doktoru olarak görev yapmakta olan Elifs Chan Yung kişisine. Bu insan evladı çoktan toprak olan İktisat Bankası'nın bana tek hediyesidir. Ne zaman hata yapsam, tepe taklak yuvarlansam elimden tutup kaldırır. Tamam var küsmemiz, barışmamız ama beta testlerini çoktan geçtik, birkaç ömürlük anı biriktirdik.
Bugün senin doğumgünün. Hem sarhoşsun hem uzaktasın. Bu yazı sana doğum günü hediyem. Saat 12 olmadan yetiştirdim. Peki hatırlar mısın Paris Teksas'ı beraber izledik Kuştepe Kampüsü'nde. O yokuşu ağlayıp inceden, çıktık tek bir söz edemeden...



Tuesday, August 25, 2015

Miss Kittin & The Hacker - Frank Sinatra

Birkaç gün önce Hale'nin doğum günüymüş. O da 40'ına girmekteymiş benim birkaç ay önce girdiğim gibi. Aynı yaşa basmışız bambaşka hislerle.
Eee boşuna dememişler dünyada 1000 çeşit insan var diye. Sen de 1000, ben deyim 1001 ve geçelim oradan 1001 gece masallarına.
Ve 1001 olsun kesişim kümemizin elemanı, esas hikaye olsun 30 ila 40 yaş arası. Gözünü kapa bak, şimdi de aç. 10 yıl işte böyle geçti sayın Haydarpaşa Tren Garı'ndan kalkan Anadolu Ekspres yolcuları. Siz bir gece trene bindiniz, sabah oldu her zamanki gibi ya da hep size denk geldiği gibi bir saat kadar rötarlı Ankara'da trenden indiniz, Güneyto'nun akranlarından bir çocuk bir elinde biberon, diğer elinde okşamakta olduğu saçınız, daldı uykuya bir gece, sabah bir gece önce geç uyumasından kelli, bir süre rötarlı açtı gözlerini.
İşte hepi topu bu kadar zaman geçmiş gibi 30'dunuz yeni, bir de baktınız 40 olmuşsunuz. 
40 yaşı sevmedim ben, doğumgünümden belliydi zaten. O yüzden bir müddet 30'lara dönmeye karar verdim. Playlist'ten başladım değiştirmeye; bundan böyle bir nevi "Reggaeton is dead baby, Reggaeton is dead"*. Yaşasın elektronik müzik!. 

Bunun üzerine Spotify'ı karıştırmaya başladım ve Bismillah demeden, 30uma yeni ayak basmışken insanı the coolest havasına saniyesinde sokan, 9-6 sünepe banka çalışanı kimliğinden bir anda uzaklaştırıp duayen celebrity efekti yaratarak asi, isyankar bir modda indigo'nun kalabalığına bulaşmadan içeri girip True blue zamanlarındaki Madonna edasıyla adımlar attıran Miss Kittin ve edepsiz şarkısı Frank Sinatra'ya rastlamaz mıyım?

Merak edenler için link: http://youtu.be/G8Q2McwqMPc

Ama bir süredir sinema ve müzik dünyasını yakın markajdan çıkardım, arada bakıp çıkmaktayım. Bu iki dosyayı tekrar tozlu raftan indireceğim. Titizlikle inceleyeceğim. 

İpek ve Cihan'ın gazıyla başladığım kitap yazılmakta tarafımdan. Bu yaz biter dedimdi. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı.
Açıkcası hiçbir hesap tutmadı bu yaz, z raporu her gün şaştı. Oysa 40 yaş icabı üstüme rahat birşeyler giyip minimalist bir yaşama geçiş yapmayı planlıyordum ki faniladan başlayarak kazak ve palto sırtımda, postallar ayaklarımda denizin dibini boyladım. Yükümü azaltıyım derken sekiz katına çıkardım, çıkardın, çıkardı... 40 yaş çok sert başladı...