Tuesday, September 29, 2015

Bir Gün Okula Giderken - Bölüm 1: Vampirle Görüşme


Dikkat: Aşağıdaki yazı birtakım matematiksel terimler ve espriler içermektedir.

Yıllar yıllar önce, 90'lı yıllarda doğanlar henüz bebe iken boğaza nazır, enfes doğaya, mimariye, atmosfere ve manzaraya sahip dünyadaki sayılı okullardan birinde her ne hikmetse matematik okumakta idim. Bana kalsa genelleme yapmakta hiçbir beis görmeyeceğim ama mesnetsiz sallıyo demesinler, en azından şundan %82 eminim, matematik bölümü gerek hocalar ve gerekse öğrenciler açısından bir hayli renkli, çatlak, nevi şahsına münhasır bireylerle doluydu, ben de dahil. Anlatacak ve de yuhanzi nidaları attıracak öyle çok olay var ki, di mi canım arkadaşım? Bu soruyu direkt sana sordum Füsun. 
Müge'yi bu işin içine hiç sokmayalım; zira kendisi matematik lisans eğitimi yetmezmiş gibi üstüne dünyanın unuttuğu, işte bu sebepten de Coen Kardeşler'in Fargo'yu çekerek hatırlattığı, eskimolara 233 km kala, karlı kaplı coğrafyaya gidip predoc, doc, postdoc, artık Allah ne verdiyse onları yapıp, ve hatta Fargo'nun çekimleri esnasında Steve Buscemi'yle tanışıp ülkemize döndü. Bir müddet görüşemedik. Dil konusunda özel bir yeteneği olan Müge, Türkçe ve Grek alfabesiyle İngilizceyi harmanlamış değişik bir tür denemesine girmişti. Ben ilk kızı doğduğunda ona pısay*, muhtemel bir ikinci olursa da kısay* ismini verir diye korkuyordum. Çok şükür vatanımıza tekrar adapte oldu. Kızının adını Eylül koymakla kalmayıp Güneytito'nun isim annesi koltuğunu Seda ile paylaştı. Paylaşımda hiçbir sorun çıkmadı; tek sayılı günler Seda'nın, çift sayılı günler de Müge'nin oldu. (Hocam nasılım ama; bire bir ve içine bir fonksiyon, eleman sayıları eşit olmasın sakın? (Matematiksel bir espri, baba esprisi sanılmasın aman diyim))
Bizler (50 kişilik bölümde 43 kişi) teoremler, lemmalar, assumptionlar ve akabinde show that, prove that ile cebelleşirken, "ya ben burayı kazandığıma göre zekiydim sanki, ama okuyom, bakıyom, ekliyom, çıkarıyom (O zamanlar bendeki İzmir aksanı henüz kaybolmamıştı) hiç ama hiç bişi anlamıyom, aptal mıyım mı acaba" haleti ruhiyesi içinde düş baba düş düş özgüveni düşürürken nicedir artan bir merakla uzaktan gizlice izlediğim, sinema klübünün kapısını ansızın gelen bir cesaretle çaldım ve içeri girdim.


Arkası fena halde yarın...

*Matematikte Grek alfabesi kullanılıyor. Okunuşları pısay ve kısay olan harfler de şunlar:
ψ: psei
ξ: ksei 

Friday, September 25, 2015

Baba ve Oğul... Baba ve Kız...



Sokaklar kurban bayramı münasebetiyle hayvan ve pisliği kokuyordu bir süredir. Birkaç güne kadar geçer koku.

Bugün bayramın ikinci günü. Saat sabah 5.30.
Lokasyon İzmit.






Arkamdaki yatakta tatlı su balığı babasına yapışmış uyuyor, simbiyotik bir ilişki kurmuşlar baba ile oğul adeta.
Kızsa günlerden tam da bugün, yıllardan tam 12 yıl önce kaybetmiş babasını. Her ölüm erken değildir aslında. Ama baba erken gitmiş. Kızın daha soracak sorusu, kızacak ya da sıkı sıkı sarılacak sebepleri varmış oysa. Ve tıpkı bu gece olduğu gibi ansızın açıverince gözlerini parmak uçlarında sokularak yanına babasının nefes alıp almadığını kontrol edesi...
Babanın nefesi kızın yanında kesilmedi. Kız babasının sesini bir gece önce çalan telefonun ahizesini kaldırınca duydu son kez; "Ezguita telefonu annene verir misin" demişti baba sadece.
Her ölüm erken değildir ama kızın eski evinde kömür gözlü oğlan ve baba simbiyotik bir ilişki kuramadan gitmişler diğer mekana.
Bu kez kız ve anne kurmuşlar, kurmak zorunda kalmışlar, simbiyotik midir nedir her ne haltsa onu.
Nereden çıktı bu zehir zemberek konu?
Bildim ben, sebep kurban bayramı nedeniyle sokakları saran bu kesif koku.
Hem sen böyle iç karartmacı yazarsan kimse seni okumaz.
İnsanlar gülmek istiyor babe.
Gerçi Türkiye en az gülen insanlar ülkesiymiş, sokakta gülünce kendi kendine kaçık, deli, çılgın, kafası güzel besbelli denirmiş.
Varsın öyle olsun aman deyim Ezguita senin hashtaglar şunlar olsun:
#mutluyum #mutlusun #mutlu #mutluyuz #mutlusunuz #mutlular
#güzelim #pozitifim #kalkkalkdansedelim

https://www.youtube.com/watch?v=_rIvOAaGJek

Monday, September 7, 2015

"Sevdim Seni Bir Kere" Listem

Wim Wenders'in Paris Teksas filmde Natasha Kinski
Anı yaşıyorum. Memento filmindeki yakışıklı zibidi Guy Pearce'a benzetiyorum kendimi. Her nedense Guy Pearce sıkı bir abi ama bir türlü as oyuncu olamadı; bir Christian Bale gibi misal. Bu iki oyuncudan boşuna bahsetmedim. Memento'yu da, Christian Bale'in oynadığı Batman Begins'i de (2005) Christopher Nolan adındaki dahiyane yönetmen çekti. Nolan bir büyük usta, ben Insomnia ile vuruldum kendisine ve Inception'la tapanzi noktasına geldim. Ona açık çek yazdım. Hamili yakinimdir. Her sözünün altına imzamı atarım. Çoktan girdi "Sevdim seni bir kere" listeme.
"Sevdim seni bir kere" listesi tıpkı bir şirketin Yönetim Kurulu üyelerinin listesi gibidir.
Anlatayım.
Bu aralar 40 yaşına taktım ya. 40 yaşına adım attığında; ilgi duyduğun alan(lar)da öyle daha önce tüm yapılanları, yazılı ve sözlü tüm külliyatı hatmetmiş olmana hiiççç gerek yok. Ortalamanın iki tık üstü bir zeka ve ilgi ile uğraştığın konuya dahil olduysan şayet çalıştığın, sevdiğin işte başarılı olman mümkün. Genel Müdürlüğe kadar götürür seni bu çaba. İşte burada anahtar sözcük 40 yaşa gelene kadar edindiğin tecrübe.
Sana "Genel Müdürlük" kapısını açtıran diğer parola ise o yaşa gelene kadar 38bin kere test ettiğin, kimi zaman kopup, geçen zamanla yeniden el ele verdiğin dostlar, arkadaşlar, değeri unutulsa da hatırlanan insanlar; daha kısa bir tabirle EKİBİN... İşte "Sevdim seni bir kere" listen.

40 yaşına geldim. Mutluyum, gururluyum, özgüvenim Himalayalar'ın tepesine çıkıp bayrağı dikti.
Çünkü Genel Müdürüm bir nevi.
Bir film gösterime girdi ve ben izlemedim. İnsanlar hep bu filmden söz ediyor. Ararım hemen Halit Bey'i, sinema ve edebiyatta çok güvenirim kendisine. Evet siz de farkettiniz; "Kim 500 milyar ister?" yarışmasındaki telefon hakkı formatı misali. Ayarcı'nın dediği benim dediğimdir ya da birkaç itiraz noktam vardır pahası olsa olsa darası kadar değeri olan.

Ve siyasette bir Avni abi vardır, dünya tatlısıdır sevdiğine. Evi de Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi Kütüphanesi gibidir. Okur ama ne okur. Ve en imrenilesi hiçbirini unutmaz, filin hafızasıdır hafızası.

Gelelim Hollanda Kraliyet Ailesi'nin alternatif Çin Tıbbı Doktoru olarak görev yapmakta olan Elifs Chan Yung kişisine. Bu insan evladı çoktan toprak olan İktisat Bankası'nın bana tek hediyesidir. Ne zaman hata yapsam, tepe taklak yuvarlansam elimden tutup kaldırır. Tamam var küsmemiz, barışmamız ama beta testlerini çoktan geçtik, birkaç ömürlük anı biriktirdik.
Bugün senin doğumgünün. Hem sarhoşsun hem uzaktasın. Bu yazı sana doğum günü hediyem. Saat 12 olmadan yetiştirdim. Peki hatırlar mısın Paris Teksas'ı beraber izledik Kuştepe Kampüsü'nde. O yokuşu ağlayıp inceden, çıktık tek bir söz edemeden...



Tuesday, August 25, 2015

Miss Kittin & The Hacker - Frank Sinatra

Birkaç gün önce Hale'nin doğum günüymüş. O da 40'ına girmekteymiş benim birkaç ay önce girdiğim gibi. Aynı yaşa basmışız bambaşka hislerle.
Eee boşuna dememişler dünyada 1000 çeşit insan var diye. Sen de 1000, ben deyim 1001 ve geçelim oradan 1001 gece masallarına.
Ve 1001 olsun kesişim kümemizin elemanı, esas hikaye olsun 30 ila 40 yaş arası. Gözünü kapa bak, şimdi de aç. 10 yıl işte böyle geçti sayın Haydarpaşa Tren Garı'ndan kalkan Anadolu Ekspres yolcuları. Siz bir gece trene bindiniz, sabah oldu her zamanki gibi ya da hep size denk geldiği gibi bir saat kadar rötarlı Ankara'da trenden indiniz, Güneyto'nun akranlarından bir çocuk bir elinde biberon, diğer elinde okşamakta olduğu saçınız, daldı uykuya bir gece, sabah bir gece önce geç uyumasından kelli, bir süre rötarlı açtı gözlerini.
İşte hepi topu bu kadar zaman geçmiş gibi 30'dunuz yeni, bir de baktınız 40 olmuşsunuz. 
40 yaşı sevmedim ben, doğumgünümden belliydi zaten. O yüzden bir müddet 30'lara dönmeye karar verdim. Playlist'ten başladım değiştirmeye; bundan böyle bir nevi "Reggaeton is dead baby, Reggaeton is dead"*. Yaşasın elektronik müzik!. 

Bunun üzerine Spotify'ı karıştırmaya başladım ve Bismillah demeden, 30uma yeni ayak basmışken insanı the coolest havasına saniyesinde sokan, 9-6 sünepe banka çalışanı kimliğinden bir anda uzaklaştırıp duayen celebrity efekti yaratarak asi, isyankar bir modda indigo'nun kalabalığına bulaşmadan içeri girip True blue zamanlarındaki Madonna edasıyla adımlar attıran Miss Kittin ve edepsiz şarkısı Frank Sinatra'ya rastlamaz mıyım?

Merak edenler için link: http://youtu.be/G8Q2McwqMPc

Ama bir süredir sinema ve müzik dünyasını yakın markajdan çıkardım, arada bakıp çıkmaktayım. Bu iki dosyayı tekrar tozlu raftan indireceğim. Titizlikle inceleyeceğim. 

İpek ve Cihan'ın gazıyla başladığım kitap yazılmakta tarafımdan. Bu yaz biter dedimdi. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı.
Açıkcası hiçbir hesap tutmadı bu yaz, z raporu her gün şaştı. Oysa 40 yaş icabı üstüme rahat birşeyler giyip minimalist bir yaşama geçiş yapmayı planlıyordum ki faniladan başlayarak kazak ve palto sırtımda, postallar ayaklarımda denizin dibini boyladım. Yükümü azaltıyım derken sekiz katına çıkardım, çıkardın, çıkardı... 40 yaş çok sert başladı...

Friday, August 14, 2015

Zaman Ağır ol Henüz Erken, demek için Güle Güle*

Tatil bitti. Yaz okulu başladı! Görüşmeyeli neler oldu neler! Yeri geldiğinde anlatacağım birer birer! Saat gecenin bilmem kaçı. Sıcaklar desen o biçim. Başımın içinde filler tepiniyor!
Mütemadiyen kafam karışık hem de çok.
Ama somurtmaktansa gülmek bana yakışıyor.
Basıyorum düğmeye, iç ses dayanamıyor, başlıyor dökülmeye.
---
Merve sana diyorum, oluru yok bu işin. Ellerim, ayaklarım, bacaklarım 7 gün 24 saat uyuşuk bir durumda. Karıncalanıyor diye tabir ediyorsunuz ya siz Türkler. Bak tatili yarıda kestim, koştum geldm yanına. Daha tatile çıkarken biliyordum ya hoş, ne tatil tatile benzeyecekti ne İstanbul'daki yeni hayat hayata. 
Aslında birçok kez mesaj gelmiş telefonuma, mailboxıma, her yer her yer mesaj dolmuş, bense kapıdan girenleri bacadan kovmuş, kafam durmuş; evlilik nedir? kimlere evli denir? vesaire birçok soru balonu daha soramadan soruyu sönmüş. Öyle aval aval bakınmakta imişim, dudaklarım sarkmış, ağzım bile açık kalmış.
Hani sevdikleriyle oğlu, kızı, anası, babası, karısı, kocası vs. kavga eder ya insanoğlu, ademkızı; işte o Mulholland Çıkmazı'na** sokan kavgalardan bir seri sunuyoruz bugünlerde. Bbg evini yakaladık uslüp ve içerikte. Sözün bittiği yer ya da ağzından çıkan her sözün seni, insancıl yanını, erdemlerini, doğrularını, olumlu yönlerini bitirdiği... Sen sanki sen olalı hiç doğru yapmamışsın, ya da 3 yanlış 1 doğruyu götürür hesabı; yanlışların doğrularının 3 katının da üstüne çıkmış, eksiye düşmüşsün, ilk ıngaaaa diye ağladığın anda kredi hesabının bakiyesi sıfırın altındaymış... falan...

Bir Heidegger*** değiliz ki sözümüz geçsin. Ahanda Heidegger adındaki aksakallı dede demiş ki:

Bir nehir, köprü kurmɑ niyetimizi körükler, fɑkɑt kɑrşılıklı iki kıyıyı tek bir bütünün pɑrçɑlɑrı olɑrɑk bir ɑrɑyɑ getiren durum bizim nehri geçme isteğimizdir: normɑlde hiç bir ilişkisi olmɑyɑn iki nehir kıyısını bütünleştiren.

Ben de diyorum ki kimse rastlantısal olarak seçmiyor eşini. O belki yargılamamayı, bense can sıkıntısı yerine üreterek yaşamayı öğrenmek için seçtik birbirimizi.

Konuşmaya başlayalı hiç susmayan tatlı su balığı da diyor ki: Yeter artık başım şiştiiii!

*Şebnem Ferah'ın Bugün şarkısının sözlerinden
**2001 yapımı David Lynch filmi
***1976'da ölen Alman filozof

Friday, June 19, 2015

Blog Tatilde





Yaz boyu parmak arası terlikler, pazardan alınmış çakma tşörtler, şortlar ile tam tekmil; aile boyu fantayı gazı kaçmadan bitirecek nüfuslu bir evde, deniz kokarak yazmaktayım bir kitap.
Dileğim sağ salim geçmek okyanusu ve yazdıklarımı size sunmak.

Wednesday, June 3, 2015

Anneeee Ben Ajite Oldum!


Bugünkü yazımıza Emel Sayın'dan bir şarkıyla başlıyoruz; 
Unutulmuş birer birer 
Eski dostlar, eski dostlar 
Ne bir selam, ne bir haber 
Eski dostlar, eski dostlar 
Hayal meyal düşler gibi 
Uçup giden kuşlar gibi 
Yosun tutan taşlar gibi 
Eski dostlar, eski dostlar 
Unutulmuş isimlerde 
Bilinmez ki nasıl, nerde 
Şimdi yalnız resimlerde 
Eski dostlar, eski dostlar

Yaşları tutanlar bilir; 12 Eylül şarkılarından biriydi bu şarkı. Sayın Emel Sayın ise icraatçılarından birini geçenlerde 100 yaşına merdiven dayamışken yitirdiğimiz darbenin kadrolu şarkıcısı olarak sık sık TRT ekranlarındaydı. Yumuşatıcı, sakinleştirici yüzü, bakışları ve kadife sesi Darth Vader'ın bile korktuğu paşaların sert bakışlarını nötralize etsin diye seçilmişti besbelli. 

Yaşları tutanlar hatırlar; TRT cilalı taş devrindeydi o zamanlar. Kimin aklına geldiyse artık Ringu gibi kapanırdı televizyon. Gece tam 12'de Türk askerleri kıt a dur tüfek omza seremonisini yaparlar, derken s.o.s. sinyalleri gibi sesler duyulur, ardından "Televizyonunuzu kapatmayı unutmayınız" yazısı çıkar, bir iki dakika sonra da ekran karıncalanırdı. İşte o karıncalı ekrana biraz bakınca Ringu'daki kız belirirdi bir müddet sonra. Bense televizyonu bir an önce kapatmazsam televizyonun bozulacağını, Ringu kızının hepimizi boğazlayacağını falan düşünürdüm. Abarttım birazcık tamam. 

Sayın Emel kod adlı darbe şarkıcısından başka bir de gece yarısı televizyon kapanmasına yakın İtalyan Rafaella Carra'nın erotikimsi şovları yayınlanırdı. Artık o da 12 Eylül kasaplarının bir İtalya ziyaretleri esnasında kadroya dahil ettikleri bir sanatçı mıydı bilemiyorum...

Ama şunu biliyorum; batı yakasının bir kısmı Carra'nın iç gıcıklayıcı hareketleriyle mayışırken olağanüstü hal diyarında yaşayanlar akıl sır ermez işkencelerden geçiriliyorlardı. Seçim öncesi feysbukta anaokul seviyesinde yorumlar yaparak akıllarınca taşı gediğine koyduklarını sanan arkadaşlar, size tavsiyem Şebnem İşigüzel'in romanı Resmigeçit'i okuyun. Press* filmini izleyin ve internette HDP'nin gay ve lezbiyen politikasını aramak yerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne açılan davaları, duruşma metinlerini bulun, okuyun ve paylaşın. 
Nefesiniz daralsın ve balkona çıkıp terör neymiş, kimler terör organizatörleriymiş inceden düşünmeye başlayın. 
Ben de statümü güncelliyorum şu şekilde; internette aradım bulamadım; "Ahmet Kaya neden ölmüştü sayın arkadaşım?"

(*)Sedat Yılmaz'ın yönettiği 2010 yapımı film

Monday, May 18, 2015

Hayatımız Film - 2. Bölüm: Prof Doktor Zihni Sinir Mucitlik Akademisi*

C blog'taki evime az pek az uğrar oldum. Çok ihmal ettim sizleri çok. "Ablacım, yengecim hasta mısın?", "Bir problem mi var? hayrola?", "Yoksa yoksa beni artık sevmiyor musun?" diye soran sorana.
Napiyim ben Gezentianne kadar multitask** değilim. Maksimum 2 iş yapabiliyorum; yürürken telefonda konuşmak gibi. O esnada kazara biri birşey sorsa, apışıp kalıyorum; ben şimdi yürüyim mi, telefonda mı konuşayım, yoksa sana marketin yerini mi tarif edeyim derkeeeeen ekran dos moduna geçiyor. O derece yani.

Gelelim esas mevzuya. Bir önceki yazımda The Queen Ezguita ve sevgili eşi Ömertito'nun tanışır tanışmaz aşk havuzunun içine düşmelerinden söz etmiştik.
Ezguita kafası uzun yıllar daldan dala konan Ömertito'nun girişimci ve mucit bir kişiliği olduğunu ancak birkaç hafta önce tam olarak anladı. Bu vakte kadar evet bir miktar çılgın, maymun iştahlı, çatlak görünüyordu ama nevişahsına münhasır müstakbel kocası aslında mucitliğin tescillendiği ilim irfan yuvası Prof Dr. Zihni Sinir Üniversitesi'ni birincilikle bitirmiş, doktorasını yapmıştı. O vakitler daha çiçeği burnunda sevgi kumkumaları Şişli'de ikamet ediyorlardı. Ömertito bu gerçeği birkaç hafta önce en büyük icadını yaptığında ve bu icadı saklamak pek mümkün olmadığında Padme Ezguita'ya açıklamak zorunda kaldı.
Bu masalsı gerçek ya da gerçekçi masaldan bu kadar bahsetmek yeter. 

Gelelim yeni yaşam ünitemize. Kurumsal hayat sona ereli 1 sene oldu aşağı yukarı. Kurumsal kimlikten kopunca yavaştan Perihan Abla'ya benzemeye başladı ruhum da. Esnaf karısıyım aynı zamanda.

Ama bizim apartmanın giriş katında nalbur dükkanı olan Saim Abi geçende dedi ki; "Bak Ezgi sende var bir tarz olarak ecnebilik. Ben burada 20 yıldır varım aşağı yukarı senin gibisini görmedim. Normalde evin erkeği selam verir geçerken, kadınsa katiyen konuşmaz, sizde tam tersi Ömer Bey dosdoğru yürüyor, sense laf atmadan geçmiyorsun."

Evet laf atmadan geçmeyelim ama geçelim bu yargılamacı, bulamacı zihniyetleri sayın beyler, bayanlar. Dünyaya bir kez geliyoruz, kasmayın bu kadar.

Beyazyakalıdeilakyakalıyım'a buradan selam eder, gözlerinden öperim. Yanındakinin de.

(*)İrfan Sayar'ın çizdiği karikatür serisi
(**)Birkaç işi bir arada yapmak

Friday, May 1, 2015

Hayatımız Film - 1. Bölüm: Oğlan Kıza Rastlar*

Science Of Sleep
Hey yo, sen oradaki, evet evet sen Umut Sarıkaya'yı (annem gene kızacak ama) danalar gibi gülerek okuyan kişi,
Sen hiç ateşböceği gördün mü?
Ben gördüm. Hem de bir tabur aynı anda, bir arada. Esra'yla nemlice bir yaz gecesi Boğaziçi'nin içindeki Tevfik Fikret'in evi, nam-ı diğer Aşiyan Müzesi'nde Boğaz'a karşı oturmuş, manzaraya vurulmuşken bir anda yüzlerce ateşböceği sarmıştı etrafımızı. O zamanlar muhterem yönetmeni tanısaydım "Tıpkı bir Hayao Miyazaki filmi" cümlesini kurardım. O vakitler Ruhların Kaçışı'nı çekmeye, çizmeye, yönetmeye Miyazaki'nin var daha bir 10 yılı... Emir ve ekürisi ya daha anasının karnında ya da bilemedin 1 yaşında... Ateşböcekleri sarmış etrafımızı. Hayır bedene herhangi bir katkı maddesi almadığımızdan emin olmasam rüya diycem. Diyorum ki rüya gibi bir geceydi. Yüzlerce ateşböceği etrafımızda dans ederken, birimiz 18, birimiz 17 iken. Ömrümüzün başında olup da kendimizi feleğin çemberinden geçmiş sanıyorken...

Derken geçtik feleğin çemberinden. Hem de öyle böyle değil. Feleğin çemberinden feleğimizi şaşırarak, feleğimiz şaşarak... geçtik.

Mr. Smith'le tanıştığımda o ana kadar tiyatro oyununun provası olarak yaşadığım ve onun rahatlığıyla kerelerce rolümde hata yaptığım hayatımın çoktan bilmem kaçıncı perdesinin sonuna geldiğini açık ve net anlamıştım. Tıpkı Yedinci Mühür'de** Azrail'in kendisini almaya geldiğini gören ve biraz daha zaman kazanmak için ölüm meleğini satranç oynamaya davet eden şovalye gibiydim. Bir an önce satranç öğrenmeliydim.

İşte Mr. Smith'le şirketin 11. katında asansör sırasındaki ilk karşılaşmamızda ikimiz de çoktan Eternal Sunshine of the spotless mind'ı*** izlemiş ve geçmişi hafızadan silmiştik. 

Ertesi akşam sadece 1. km uzaklıktaki evinin kapısını çaldığımda ayağında pazardan alınmış terlikler ve üstünde kolları sökülmüş nuh nebi'den kalma hırkasıyla beni karşıladığında artık emindim Rüya Bilmecesi'ndeki**** Gael Garcia olduğuna.

Asansörün önündeki ilk merhaba'dan beri kalbimiz pıt pıt atıyor, gözlerimiz ışıldıyordu. Düpedüz hayallerimin de ötesindeki bu adamla düşüyorduk koskocaman bir aşka...

(*)Boy Meets Girl, 1984 yapımı Leo Carax filmi
(**)1957 yapımı Ingmar Bergman filmi
(***)2004 yapımı Michel Gondry filmi
(****)2006 yapımı Michel Gondry filmi


Friday, April 17, 2015

Elektrik Su Havagazı Otobüs Troleybüs

Marla Singer (Fight Club)
Sevgili uç uç böcekleri,
Görüşmeyeli tamı tamına, hepi topuna 11 gün olmuş!
Konular, konuklar yığılmış da yığılmış. Evrakların, dosyaların dolup taştığı, birbirine karıştığı masalar, çekmecelerle dolu devlet dairesine dönmüş C Blog.
Nasıl anlatsam? Nerden başlasam? Bodrum Bodrum... (Baba esprisi örneği)

Madde 1: Blog yazılarıma etiketlediğim saygıdeğer arkadaşlarım, dostlarım ya da uzak akrabalarım şunu belirtmek isterim ki bizzat adınızı etiketlememe rağmen (belli ki size bişiler söylemek peşindeyim) bir sözcük, bir cümlecik, onlar da olmadı bir emoticoncuk (his simgeleri*) bile yorum yapmamanız beni yer yer sağanak formatında üzüyor, yer yer gıcık ediyor. Yedi kat yabancı yapmaz valla sizin yaptığınızı. Ya benim karizmanın çizilişine ne demeli? Gerçekte gotik kraliçesi Marla Singer'ken bu tip haketmediğim tavırlar yüzünden düpedüz tüm zamanların en şebelek tiplemesi The Party (1968) filmindeki Peter Sellers'ın canlandırdığı Hrundi V. Bakshi'ye dönüşüyorum resmen. Abartının böylesi.

Madde 2: Malulen emekli yapmadılar beni. Hamile de olmadığım için bir ESHOT olsun, bir İETT olsun belediye otobüslerinde ayakta gitmekteyim. 

Madde 3: Hayatıma bir pilates hocası girdi. Şöyle tarif edeyim; bana büyük ikramiye çıktı diyelim, o da biletinin son 6 rakamıyla 2 milyon TL'yi kazanmakta. Türkçe meali; ben bir bilinmezlik içerisinde 38 ilaçla 43 farklı ruh ve beden hallerine girip çıkarken, o da kadınken erkek olmaya çalışmakta. Cinsiyet değişikliği ne zor iş abisi. Sevgili Aren; açtığın yolda, kurduğun ülküde, gösterdiğin amaçta, hiç durmadan yürümektesin. Varlığın tüm transgender'lara armağan olsun!

Madde 4: Hande Yener de cinsiyet değiştirmiş kadar oldu dermişim. İlk çıktığında balık etli, amelasyon bir tip iken şimdi Madonna'nın Türkiye şubesi sanki. Zeki, zevkli ve sağlam sezgileri olan bir kadınmış vesselam. Ben şahsen çok seviyorum kendisini, şarkılarını, Sibel Kekilli gibi kimseyi takmamasını, mayoyla sahneye çıkmasını...


Öncesi

Sonrası Pj harvey'den de güzel
(*)