Friday, May 1, 2015

Hayatımız Film - 1. Bölüm: Oğlan Kıza Rastlar*

Science Of Sleep
Hey yo, sen oradaki, evet evet sen Umut Sarıkaya'yı (annem gene kızacak ama) danalar gibi gülerek okuyan kişi,
Sen hiç ateşböceği gördün mü?
Ben gördüm. Hem de bir tabur aynı anda, bir arada. Esra'yla nemlice bir yaz gecesi Boğaziçi'nin içindeki Tevfik Fikret'in evi, nam-ı diğer Aşiyan Müzesi'nde Boğaz'a karşı oturmuş, manzaraya vurulmuşken bir anda yüzlerce ateşböceği sarmıştı etrafımızı. O zamanlar muhterem yönetmeni tanısaydım "Tıpkı bir Hayao Miyazaki filmi" cümlesini kurardım. O vakitler Ruhların Kaçışı'nı çekmeye, çizmeye, yönetmeye Miyazaki'nin var daha bir 10 yılı... Emir ve ekürisi ya daha anasının karnında ya da bilemedin 1 yaşında... Ateşböcekleri sarmış etrafımızı. Hayır bedene herhangi bir katkı maddesi almadığımızdan emin olmasam rüya diycem. Diyorum ki rüya gibi bir geceydi. Yüzlerce ateşböceği etrafımızda dans ederken, birimiz 18, birimiz 17 iken. Ömrümüzün başında olup da kendimizi feleğin çemberinden geçmiş sanıyorken...

Derken geçtik feleğin çemberinden. Hem de öyle böyle değil. Feleğin çemberinden feleğimizi şaşırarak, feleğimiz şaşarak... geçtik.

Mr. Smith'le tanıştığımda o ana kadar tiyatro oyununun provası olarak yaşadığım ve onun rahatlığıyla kerelerce rolümde hata yaptığım hayatımın çoktan bilmem kaçıncı perdesinin sonuna geldiğini açık ve net anlamıştım. Tıpkı Yedinci Mühür'de** Azrail'in kendisini almaya geldiğini gören ve biraz daha zaman kazanmak için ölüm meleğini satranç oynamaya davet eden şovalye gibiydim. Bir an önce satranç öğrenmeliydim.

İşte Mr. Smith'le şirketin 11. katında asansör sırasındaki ilk karşılaşmamızda ikimiz de çoktan Eternal Sunshine of the spotless mind'ı*** izlemiş ve geçmişi hafızadan silmiştik. 

Ertesi akşam sadece 1. km uzaklıktaki evinin kapısını çaldığımda ayağında pazardan alınmış terlikler ve üstünde kolları sökülmüş nuh nebi'den kalma hırkasıyla beni karşıladığında artık emindim Rüya Bilmecesi'ndeki**** Gael Garcia olduğuna.

Asansörün önündeki ilk merhaba'dan beri kalbimiz pıt pıt atıyor, gözlerimiz ışıldıyordu. Düpedüz hayallerimin de ötesindeki bu adamla düşüyorduk koskocaman bir aşka...

(*)Boy Meets Girl, 1984 yapımı Leo Carax filmi
(**)1957 yapımı Ingmar Bergman filmi
(***)2004 yapımı Michel Gondry filmi
(****)2006 yapımı Michel Gondry filmi


Friday, April 17, 2015

Elektrik Su Havagazı Otobüs Troleybüs

Marla Singer (Fight Club)
Sevgili uç uç böcekleri,
Görüşmeyeli tamı tamına, hepi topuna 11 gün olmuş!
Konular, konuklar yığılmış da yığılmış. Evrakların, dosyaların dolup taştığı, birbirine karıştığı masalar, çekmecelerle dolu devlet dairesine dönmüş C Blog.
Nasıl anlatsam? Nerden başlasam? Bodrum Bodrum... (Baba esprisi örneği)

Madde 1: Blog yazılarıma etiketlediğim saygıdeğer arkadaşlarım, dostlarım ya da uzak akrabalarım şunu belirtmek isterim ki bizzat adınızı etiketlememe rağmen (belli ki size bişiler söylemek peşindeyim) bir sözcük, bir cümlecik, onlar da olmadı bir emoticoncuk (his simgeleri*) bile yorum yapmamanız beni yer yer sağanak formatında üzüyor, yer yer gıcık ediyor. Yedi kat yabancı yapmaz valla sizin yaptığınızı. Ya benim karizmanın çizilişine ne demeli? Gerçekte gotik kraliçesi Marla Singer'ken bu tip haketmediğim tavırlar yüzünden düpedüz tüm zamanların en şebelek tiplemesi The Party (1968) filmindeki Peter Sellers'ın canlandırdığı Hrundi V. Bakshi'ye dönüşüyorum resmen. Abartının böylesi.

Madde 2: Malulen emekli yapmadılar beni. Hamile de olmadığım için bir ESHOT olsun, bir İETT olsun belediye otobüslerinde ayakta gitmekteyim. 

Madde 3: Hayatıma bir pilates hocası girdi. Şöyle tarif edeyim; bana büyük ikramiye çıktı diyelim, o da biletinin son 6 rakamıyla 2 milyon TL'yi kazanmakta. Türkçe meali; ben bir bilinmezlik içerisinde 38 ilaçla 43 farklı ruh ve beden hallerine girip çıkarken, o da kadınken erkek olmaya çalışmakta. Cinsiyet değişikliği ne zor iş abisi. Sevgili Aren; açtığın yolda, kurduğun ülküde, gösterdiğin amaçta, hiç durmadan yürümektesin. Varlığın tüm transgender'lara armağan olsun!

Madde 4: Hande Yener de cinsiyet değiştirmiş kadar oldu dermişim. İlk çıktığında balık etli, amelasyon bir tip iken şimdi Madonna'nın Türkiye şubesi sanki. Zeki, zevkli ve sağlam sezgileri olan bir kadınmış vesselam. Ben şahsen çok seviyorum kendisini, şarkılarını, Sibel Kekilli gibi kimseyi takmamasını, mayoyla sahneye çıkmasını...


Öncesi

Sonrası Pj harvey'den de güzel
(*)

Sunday, April 5, 2015

Güm Güm*

5 - 6 aylık hamileyken televizyon izlemeyi bıraktım. 4 yıl oldu nerden baksan. Zaten haftada birkaç saat kafa boşaltmak için seyrediyordum. Tek tahammmül edebildiğim yeteneksizsiniz ve de birkaç magazin programıydı o kadar, ha bi de müjde ar'lı bir sohbet programı vardı ntv'de, saba tümer bazen, bazen de 5n1k. Dizilere hele hiç tahammülüm yoktu. Oyuncular çok sevdiğim bir Uğur Yücel, bir Erkan Can, bir Binnur Kaya bile olsa diziler birkaç bölümden sonra Allah'ın emri zırvalıyorlardı. Hep bir entrika, hep fitne fücür, hep bir türlü kavuşamama ve aslında tüm bunların da müsebbibi hep ama hep yanlış anlama. Kapının arkasından 10 saniye daha önce kulak kabartsa doğruyu anlayacak ya da 10 saniye sonra kulağını dayasa kapıya gene doğru bilgiye ulaşacak ve sevdiceğine kavuşacak. (Tıpkı benim üniversite sınavında bir soru daha çözsem odtü'ye girmem, bir soru daha çözmesem gene odtü'ye girmem gibi.) Ama bir türlü ardı arkası kesilmeyen, envayi çeşit, budasan, tarım ilacı, tuz ruhu döksen kökünü kazıyamadığın, mantar gibi biten yanlış anlaşılmalar silsilesi... Türkiye menşeili dizilerin can yeleği, matematiği, demirbaşı.
Tüm bu klişeler olağanüstü hale dahil edilen hamilelik sürecimle birleşince Muhteşem Yüzyıl'daki Halit Ergenç'in sakalları yüzünden elimde poşetle gezdiğim oldu. Öyle bir tiksinme tiksindim ki.
Ve o yüzden tam bir televizyonkolik Fethi Bey'in Sümko sitesindeki kuaför salonunda saçlarımı boyatırken izledim Güm Güm'ü geçen hafta anca. Oysa şarkı çıkalı aylar olmuş. Spotify'da türkçe dosyasına ekledim hemen. Açığı kapatmak istercesine ortalama 46 kere dinliyorum şarkıyı. Sevgili Onur Özdemir benim de aklıma ne geliyor biliyor musun, havanın pis, soğuk, kapalı, depresif olduğu 3 günlük bir şeker bayramında Bursa'ya sizin eve kendimi can havliyle atışım, senin beni rahatlatmak için tüm hücrelerini seferber edişin, florasan ve sarı ışığın bir arada aydınlattığı birahanelerde güleyim diye anlattığın komik hikayeler, yürürken söylediğin şarkılar... Benimse 1 salise dahi o moddan çıkamamam... Çilekeş Ezgi vs Onur Derviş.
Ama Nişantaşı'ndaki ev partileri ne kadar eğlenceli, ultra mega komik, iğne atsan mutlaka efsane bir hikayeye saplanır haldeydi, di mi?

(*)Ayşe Hatun Önal feat.Onurr 
https://www.youtube.com/watch?v=JGOfDctPKRo