Friday, April 17, 2015

Elektrik Su Havagazı Otobüs Troleybüs

Marla Singer (Fight Club)
Sevgili uç uç böcekleri,
Görüşmeyeli tamı tamına, hepi topuna 11 gün olmuş!
Konular, konuklar yığılmış da yığılmış. Evrakların, dosyaların dolup taştığı, birbirine karıştığı masalar, çekmecelerle dolu devlet dairesine dönmüş C Blog.
Nasıl anlatsam? Nerden başlasam? Bodrum Bodrum... (Baba esprisi örneği)

Madde 1: Blog yazılarıma etiketlediğim saygıdeğer arkadaşlarım, dostlarım ya da uzak akrabalarım şunu belirtmek isterim ki bizzat adınızı etiketlememe rağmen (belli ki size bişiler söylemek peşindeyim) bir sözcük, bir cümlecik, onlar da olmadı bir emoticoncuk (his simgeleri*) bile yorum yapmamanız beni yer yer sağanak formatında üzüyor, yer yer gıcık ediyor. Yedi kat yabancı yapmaz valla sizin yaptığınızı. Ya benim karizmanın çizilişine ne demeli? Gerçekte gotik kraliçesi Marla Singer'ken bu tip haketmediğim tavırlar yüzünden düpedüz tüm zamanların en şebelek tiplemesi The Party (1968) filmindeki Peter Sellers'ın canlandırdığı Hrundi V. Bakshi'ye dönüşüyorum resmen. Abartının böylesi.

Madde 2: Malulen emekli yapmadılar beni. Hamile de olmadığım için bir ESHOT olsun, bir İETT olsun belediye otobüslerinde ayakta gitmekteyim. 

Madde 3: Hayatıma bir pilates hocası girdi. Şöyle tarif edeyim; bana büyük ikramiye çıktı diyelim, o da biletinin son 6 rakamıyla 2 milyon TL'yi kazanmakta. Türkçe meali; ben bir bilinmezlik içerisinde 38 ilaçla 43 farklı ruh ve beden hallerine girip çıkarken, o da kadınken erkek olmaya çalışmakta. Cinsiyet değişikliği ne zor iş abisi. Sevgili Aren; açtığın yolda, kurduğun ülküde, gösterdiğin amaçta, hiç durmadan yürümektesin. Varlığın tüm transgender'lara armağan olsun!

Madde 4: Hande Yener de cinsiyet değiştirmiş kadar oldu dermişim. İlk çıktığında balık etli, amelasyon bir tip iken şimdi Madonna'nın Türkiye şubesi sanki. Zeki, zevkli ve sağlam sezgileri olan bir kadınmış vesselam. Ben şahsen çok seviyorum kendisini, şarkılarını, Sibel Kekilli gibi kimseyi takmamasını, mayoyla sahneye çıkmasını...


Öncesi

Sonrası Pj harvey'den de güzel
(*)

Sunday, April 5, 2015

Güm Güm*

5 - 6 aylık hamileyken televizyon izlemeyi bıraktım. 4 yıl oldu nerden baksan. Zaten haftada birkaç saat kafa boşaltmak için seyrediyordum. Tek tahammmül edebildiğim yeteneksizsiniz ve de birkaç magazin programıydı o kadar, ha bi de müjde ar'lı bir sohbet programı vardı ntv'de, saba tümer bazen, bazen de 5n1k. Dizilere hele hiç tahammülüm yoktu. Oyuncular çok sevdiğim bir Uğur Yücel, bir Erkan Can, bir Binnur Kaya bile olsa diziler birkaç bölümden sonra Allah'ın emri zırvalıyorlardı. Hep bir entrika, hep fitne fücür, hep bir türlü kavuşamama ve aslında tüm bunların da müsebbibi hep ama hep yanlış anlama. Kapının arkasından 10 saniye daha önce kulak kabartsa doğruyu anlayacak ya da 10 saniye sonra kulağını dayasa kapıya gene doğru bilgiye ulaşacak ve sevdiceğine kavuşacak. (Tıpkı benim üniversite sınavında bir soru daha çözsem odtü'ye girmem, bir soru daha çözmesem gene odtü'ye girmem gibi.) Ama bir türlü ardı arkası kesilmeyen, envayi çeşit, budasan, tarım ilacı, tuz ruhu döksen kökünü kazıyamadığın, mantar gibi biten yanlış anlaşılmalar silsilesi... Türkiye menşeili dizilerin can yeleği, matematiği, demirbaşı.
Tüm bu klişeler olağanüstü hale dahil edilen hamilelik sürecimle birleşince Muhteşem Yüzyıl'daki Halit Ergenç'in sakalları yüzünden elimde poşetle gezdiğim oldu. Öyle bir tiksinme tiksindim ki.
Ve o yüzden tam bir televizyonkolik Fethi Bey'in Sümko sitesindeki kuaför salonunda saçlarımı boyatırken izledim Güm Güm'ü geçen hafta anca. Oysa şarkı çıkalı aylar olmuş. Spotify'da türkçe dosyasına ekledim hemen. Açığı kapatmak istercesine ortalama 46 kere dinliyorum şarkıyı. Sevgili Onur Özdemir benim de aklıma ne geliyor biliyor musun, havanın pis, soğuk, kapalı, depresif olduğu 3 günlük bir şeker bayramında Bursa'ya sizin eve kendimi can havliyle atışım, senin beni rahatlatmak için tüm hücrelerini seferber edişin, florasan ve sarı ışığın bir arada aydınlattığı birahanelerde güleyim diye anlattığın komik hikayeler, yürürken söylediğin şarkılar... Benimse 1 salise dahi o moddan çıkamamam... Çilekeş Ezgi vs Onur Derviş.
Ama Nişantaşı'ndaki ev partileri ne kadar eğlenceli, ultra mega komik, iğne atsan mutlaka efsane bir hikayeye saplanır haldeydi, di mi?

(*)Ayşe Hatun Önal feat.Onurr 
https://www.youtube.com/watch?v=JGOfDctPKRo

Thursday, March 26, 2015

Endişeliyim Endişelisin Endişeli

Allah anksiyeteyi yaratarak zaten dünya gözüyle insanlara cehennemi göstermiş. Hem de en kötüsü zabaniler zorla, ite kaka, döve tekmeleye sokmuyorlarmış biçareyi cehennemden içeri. Her daim açık duran, hiçbir görevlinin gözetlemediği kapıdan dışarıda güneşin altında, ağaçların gölgesindeki yemyeşil çimenlere sırt üstü uzanıp tatlı tatlı rüyalara dalmak varken kamburun o biçim çıkmış, dudakların Newton yasalarına uyarak sarkmış, günlerdir yıkamadığın, taramadığın saçlar, sakallar birbirine karışmış, elinde sıkmaktan lime lime olmuş kağıt peçeteyle ve tastamam özgür iradenle geçiyormuşsun anksiyete gezegenine, nam-ı diğer dünya gözüyle cehenneme.
Birine küfür edeceksen, "Allah seni anksiyete içinde bıraksın e mi?" de. Anksiyete sözcüğünü telaffuz etmeye dönmüyor mu dilin, o vakit "sebebsiz yere endişelenesin, oh canıma değsin" de diyebilirsin. Yalnız kafiye olsun diye söylediğin şu son "oh canıma değsin" söz öbeği, hafiften bedduaya girdi. Onun yerine şu cümleyi söyleyebilirsin misal "sebepsiz yere endişelenesin, tez vakitte kendine gelesin". İçim elvermedi kimse artık o kişiyi endişe denizinde çaresizce debelenir bırakmaya.
Hem eve ambülans çağırmak o kadar da büyütülcek bişi değilmiş. İnsanı tsünami misali etraflıca sallayan endişe dalgalarıyla boğuşurken numara yaptığını ya da abarttığını ihtimal dahilinde görerek "çabuk kendine gel, yemezler" mesajı vermek üzere "ambülans çağırıyorum bak" cümlesini kurar evdeki birinci dereceden yakının olan zatı muhteremler. Gölgelerinin gücü adına boğuşan kişi hafiften abartıyor ya da yalandan yere inliyorsa bu cümleyi maksimum 3. duyuşunda içinden "harbiden çağıracaklar, etrafı velveleye veriyorlar, kötüyüz dediysek o kadar da değil" sözlerini sarfederek kaportayı toparlar.
Ama bu sefer beni vuran endişe tsünamisinin şiddeti Kandilli rasatanesinden alınan bilgiye göre 7.9 idi. Hal böyle olunca ambülans daha çağırmadan geldi.
Ambülansın içinde hemşire damar yolu açmak için uğraşırken bir an dedim ki kendi kendime saatlerce olanı, biteni ve hatta olmayanı düşüneceğine Jim Carrey'in üç beş filmini izleseydin keşke.
Kıssadan hisse; siz siz olun, fazla derine dalmayın, kendi başınıza açılmayın.