Tuesday, December 30, 2014

Bir Karın Ağrısı olarak Ezguita

Rahat olun ben deilim fotograftaki:)
Az evvel tam koordinatları bildiriyorum ki trafik polisleri arabanın camını tıklattılar ve sürücüyü çağırmamı istediler. Karaköy'de birincisinin düzenlendiği Kahve Festivali binasının önünde park halindeki arabamızda keyif çatar simülasyonu yapıyordum. Herşeyi üstüme alma konusunda 2014 Balkan ve Akdeniz Olimpiyatları şampiyonu olduğum için keyif çatmamdan mütevellit geldiklerini düşündüm polis abilerin, tüh dedim keşke burada oturup dikkat çekeceğime 2 günde 134 kez giderek müptelası olduğum karınca kafe'de geçirseydim vaktimi. Oysa tam da zıttıymış, benim orada olmam arabanın çekilmesini önlemiş. Zarar verdim diye düşünürken bilakis külfetten kurtarmışım Mr. Smith'i.
...
Yukarıdaki paragrafı 28 Aralık Pazar günü başladım yazmaya, bugün tamamladım. Bugün ayın 30'u. Yarın yılbaşı. Bulutlar da standart görüntüyü bozmadı, kar yağıyor dışarıda. Bense bir süredir Göksel'in "Bi seni konuşur, hep seni konuşurum" şarkısını hayata geçirmekteydim. Çok şükür kalmadı konuşacak bir şey. 
Yeri gelmişken kendimle ilgili bir saptama, çıkarsama yapmak istiyorum saygıdeğer jüri; ben naif olmayı, naif yaşamayı bilinçli olarak seçtim, saflıktan, şaşkalozluktan değil. Yoksa ben de bilirim karın ağrısı olmayı. 
İç dökme seansını burada kesiyor, kahve festivalinden bir anektodla 2014'ün belki de bu son yazısını bitirmek istiyorum.
Festival kalabalığında oturacak bir nokta bulmak için dolanırken 1 metre ötemde duran uzun boylu bir adama ansızın, adeta otomatik olarak yapılan bir refleks gibi "Siz Kutluğ Ataman mısınız?" diye sordum. Karşı taraf son derece kibirli ve üstten bir üslupla "Sizi duyamıyorum" dedi. Artık o olmadığından emindim ama yine de arkamı dönüp gidemedim ve aynı soruyu tekrar ettim bir çıt daha yükselterek sesimi. Beklediğim yanıt bir çıt daha kendini beğenmiş telaffuz edildi: Hayır!
Aradan bir müddet geçti; stantımızda kısa zamanda pazarlama uzmanına bağlayan Ted Mosby bana "Az evvel Erdil Yaşaroğlu burdaydı" dedi.
Evet snobistan kralı Erdil Kibirbudalası'ydı tam zıttı bir insan olan, boş bulunup Kutluğ Ataman sandığım adam...
Sonra aklıma şu anım geldi; yıllar yıllar evvel Harbiye Açık Hava'da konsere girmek için beklerken yanımdan Şener Şen geçti. Çok sevdiğim için kendisini heyecanlanıp "Aaaa Müjdat Gezen" diye bağırdım. Yüzüme baktı ve gülümsedi. Olgunluk, olmuşluk başka bir şey kendini beğenmişlik kumkumaları.
...
Seneye görüşmek üzere sevimli caretta carettalar.

Monday, December 22, 2014

Bana Bunu Yaparsın Ha?

How I Met Your Mother
Ayyy sorma evladım; öyle yazıyom olmuyo, böyle yazıyom olmuyo. Günlerdir her yazdığım draft (taslak) olarak kalıyor. 
Bir koyvermişlik içindeyim ki sorma ne haldeyim. Sorma kederdeyim. Sorma yangınlardayım zaman zaman... Halk arasında saldım çayıra durumları olarak da tabir edilir.
Yalnız Özlem var ya sana hafiften gıcık oldum; "Müsait bir zamanında arar mısın? dedim, "Ok" dedin. Ama aramadın. Birleşmiş Milletler Sözcüsü müsün, genel müdürü mü oldun yoksa şirketin? Nedir kızım? Çok mu meşgulsün fotojenik insan?
İşte bu noktada serbest çağrışım metoduyla ilerleyerek Türkiye hakkında bilmeniz gereken 10 mahvedici gerçekten birini sizlerle paylaşmak istiyorum; Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeysen ve şöför koltuğunda oturuyorsan Barak Obama'sın sanki; kaybedecek 1 saniyen yok. (Hatta Barak Obama bile o kadar meşgul değildir, inan) Öndeki araba yeşil yanmasına rağmen 2 saniye geç mi hareket etti, hemmeenn kornaya bas. Çünkü sen OECD başkanısın ve tam 8'i 32 dakika 23 saniye geçe çok önemli bir kararı yönetim kurulu üyelerine açıklayacaksın. 24 geçeye kalırsan dünya yokolacak. Zannedersin ki toplumun %92'si holding sahibi...
Türkiyem regl olmak üzere olan kadın gibi gergin her daim. 
...
Sevgili eşim Ömer Kavur'un tükkanında Ted Mosby'nin Kozyatağı şubesi çalışmaya başladı. Ve uyuz bir tip olduğu için bana Ezgi Abla diye hitap ediyor. Hadi o uyuz, diğer arkadaşlarına ne demeli? Serkan olsun, Can olsun "Ezgi Aplam aşağı, Ezgi aplam yukarı". Hay Allam ya. Bu sevimsiz mevzu bir yana Ted Mosby iyi ki Nutz ailesine katıldı. Her cumartesi ve pazar sabahı gece hayatından ve uykusuzluktan başını ve gövdesini doğrultamaz bir halde gelerek, bir gece önce iyi aile terbiyesi almasından kelli kaçırdığı fırsatları başı ağrıdan çatlar iken süper tatlı anlatıyor ve biz de yaşımız bir hayli ilerlediği için hafiften kıskanarak dinliyoruz. Gençlik yıllarımızı hatırlıyor, birkaç dakika da olsa o enerjiyi hissediyoruz...
Hayatımız sitcom, baştan ayağa, düpedüz, %100, değilse namerdim.
...
İletişim başlıklı eğitimde nedense sadece ben çok ama çok eğleniyorum. Hocaların 2si de acayip teatral ve komik. Ve adeta beni anlatıyorlar. Eksiği yok, fazlası var. Dersin sonunda kohkidikohkoh gülmeme rağmen öyle doluyor, öyle şişiyorum ki tüm zamanların en nevrotik şarkılarından biri olan 1989 Örovizyon yarışması Türkiye temsilcisi Bana Bana şarkısını en tiz sesimle söyleyerek tükkana gitmek ve Kavur Bey'e kill bill hareketi çekmek istiyorum!

Bana bana, bana bana
Bana bunu, bana bunu, bana bana
Bana bana, bana bana
Bana bunu, bana bunu, bana bana
Yapamazsın ayayayay
Yapamazsın ayayay
Ya bir gün giderse
Yine seni yine seni üzerse
Ya bir gün giderse
Yine seni yine seni üzerse

http://www.youtube.com/watch?v=Vn5mQWCpMxA
...
Bir de kadınlar "Bana bana" derken, ikinci ses olarak erkekler de "Olur mu? olur mu?" diye soruyorlardı, sinir krizinin eşiğine çömdüm, kalkıcam.
Allah söz yazarının taksiratını affetsin.
...
Bir de ne dicem; 25-28 Aralık tarihlerinde CoffeeNutz ekibi olarak Kahve Festivalindeyiz. Karaköy'de Galata Rum Okulu'nda.

Thursday, December 11, 2014

Atom Heart Mother çalıyordu ben bu yazıyı yazarken

"Bir şeyin miktarı ne kadar artarsa etkisi o kadar azalır." sözüyle başlıyorum Aralık ayındaki bu ilk yazıya. 10'u olmuş ayın, ancak yazabiliyorum. Çünkü ben çok meşgul bir insanım, toplantıdan spora, konserden bara koşturmaktayım. Ve de farketmişsinizdir gerçi, çok az konuşurum. Doğuştan zanakslıyım adeta. Böylesine eşsiz, benzersiz bir cool'luk bendeki. Ve hatta zanaks familyasının ürünlerini benim beyin hücrelerimi, hipofiz bezimi, hormon seviyelerimi kopyalayarak yaptı ilaç firmaları. E daha ben size ne diyim? Bu, bir.
...
Bugün çok çok eskilerden bir şey hatırladım; küçükkene, ortaokul birden itibaren hep ben sınıf başkanı seçilmiştim. Her seçim öncesi öğretmenin 'Kim sınıf başkanı olmak ister?' sorusuna başkan olmaya son derece istekli ve kendinden emin 'Ben' diye yanıt vermiş, adaylığımı koymuştum kendimden emin... Gel zaman git zaman liderlik vasfım ve isteğim doğrusal olarak azaldı. Top peşinde canla başla koştum ama oyun kurucu hiç olmadım, olmak istemedim. Bu da böyle bir anım. Bu, iki.
...
Türkiye'nin çamaşır suyu, namı diğer klorak tüketiminde dünya birincisi olduğunu düşünüyorum. Sebebi elbette bu ülkede yaşayan kadınlardaki hijyen takıntısı. Ben de bu takıntıya taktım ve çubuğu tersine büküverdim. Misal Güneyto henüz emeklemeyi öğrenmişken, pek tabi kucakta durmak istememekteyken alışveriş merkezlerinde ve hatta hastanede oğlumu yere bıraktım. Köfteci şirinin 'Merhaba mikrop, ben Can Güney' dediğini gözlerinden okudum. Hemen akabinde hemcinslerim de bu davranışımdan dolayı bakışlarıyla canıma okudular. Bu, üç.
...
Ya geçen gün başıma gelene ne demeli? Kulaklıklarımı takmış, müzik dinleyerek, J'lo gibi dans ettiğimi hayal ederek, aklımdan geçenlere gülümseyerek evden optimuma doğru yürümekteydim. Üst geçitten geçer iken bir süredir kâh yamacımda kâh peşim sıra beni takip eden bir delikanlı yanıma geldi ve bana "Sen birşey mi aldın?" dedi. "Yok almadım" dedim. "Insanlar senin kafanın güzel olduğunu sanıyorlar" dedi. "Kim sanıyor?" dedim. "Yolda seni görenler" dedi. "Bana ne" dedim. "Bilmiyorum artık" dedi. Arkadaşım bi dakka bakar mısın? Bu ülkede gülen yüz, mutlu insan görmek istemiyorlar. Herkes gergin olsun, mutsuz olsun, ayarcı başı olsun. Kornoya bassın, yayanın üstüne üstüne sürsün... Etraflıca bu ülkede yaşanmaz abi moduna girmişim. Bu da dört.