Sunday, November 30, 2014

Türkiye'de Yaşamaya Çalışmak: Öğrenilmiş Çaresizlik

Koş Lola Koş (1998, Tom Tykwer)
Az önce yayımladığım yazım Aileden Sorunlu Sansür Kurulu tarafından Türk toplumunun ahlakına, gelenek ve göreneklerine uygun olmadığı sebebiyle blogumdan kaldırıldı. Tuvalet, külotlu çorap gibi ifadelerin hele de evli bir kadın ve hatta bir anne tarafından cümle içinde kullanılması hiç hoş değildi. Çizmeyi aşıyordum ama...
Bıktım, gerçekten bıktım. Bu dar görüşlülükten, herkesin yargıç olduğu memleketimin bu kötücül ve kıskanç ve erkeğe tapan zihniyetinden. "Hadi evinize, akşam oldu, ananız babanız yok mu sizin?" diye avaz avaz bağırmak istiyorum.
Rana hatırlar mısın yıllar yıllar evvel bana "Boyunduruk köpeğiyiz biz" başlıklı bir mail atmıştın. Martin Seligman isminde bir bilim insanının yaptığı deneyi anlatıyordu mail. Çok etkilemiştim. İşte bu deneyi bir başka blogtan aynen alıntılıyorum:
"Seligman, yirmi dört tane köpeği bir araya getiriyor ve köpekleri üçe bölüyor: Kaçış grubu, boyunduruk grubu ve kontrol grubu.
Köpeklerin hepsi aynı odadayken kaçış grubundaki köpeklerin ayaklarına elektrik şoku veriliyor. Odada bulunan bir butona basarak şoku kesmek mümkün. Köpekler butona basmazsa şok kendiliğinden 30 saniye içinde kesiliyor. Bu gruptaki köpekler, kısa sürede butona basmayı öğreniyor ve şokun süresini azaltıyor.
Boyunduruk grubundaki köpeklere de aynı şok uygulanıyor, ancak köpekler butona bassalar bile şok kesilmiyor. Bu köpekler de butona basmayı deniyor ama belli denemeden sonra vazgeçiyorlar.
Kontrol grubundaki köpeklere ise aynı odada olmalarına rağmen hiç şok verilmiyor.
Bu öğrenmeden sonra köpeklerin hepsi kısa bir çit ile iki bölüme ayrılmış bir alana götürülüyor. Köpeklerin hepsine elektrik şoku verilip, çitten karşıya atlamaları bekleniyor. Birinci kaçış ve üçüncü kontrol grubundaki bütün köpekler, karşıya atlıyor. Boyunduruk grubundaki 8 köpekten 6’sı hiçbir şekilde karşıya atlamıyor.
Deneyin sonucunda boyunduruk grubundaki köpeklerin ne yaparlarsa yapsınlar şoku kesemeyecekleri, yani çaresiz olduklarını öğrendikleri sonucuna varılıyor.
Daha sonra yapılan birçok araştırma insanlar için de durumun benzer olduğunu ortaya koymuş. Örneğin yetiştirme yurtlarındaki çocuklar, ortalama bir çocuğa göre çok daha az ağlıyorlar. Çocuklar, ağlamalarına bir reaksiyon alamadıkça ağlamaktan vazgeçiyorlar. Uslu oldukları için değil, ağlamalarının hiçbir değeri ve etkisi olmadığını düşündükleri için ağlamıyorlar. Ağlayan çocuklar, sanılanın aksine kendini çaresiz hissetmeyen, içinde bulundukları hoşlarına gitmeyen durumu değiştirmeye çalışan çocuklar.
Psikolojide insanların içinde bulunduğu bu duruma öğrenilmiş çaresizlik deniyor."

Oğlum Güneyto, bu toplum adamı hep dize getirmeye, kafaları, bedenleri bir örnek giydirmeye çalışır, boyunduruk köpekleri gibi olalım ister. Sen ne yap ne et kaçış grubuna dahil ol. Kaç. Kurtul. Run Güney Run. Koş Güney Koş.

Friday, November 21, 2014

Ofis Uzayında Kurulan İlişkiler ya da Bana ne Aman Ben Anlamam

Merhaba ben Kurumsal'dan Nazlı Su
Blogumun okunma sayıları giderek düşüyor. Yazılarımı biraz seyrek yazar oldum evet ama sebep bence bu değil. Birçoğunuzun bildiği gibi 8 yıl ruhumu çürüten bankacılık sektöründe debelenip akabinde 532'de çalışmaya başladım. 532 o kadar farklıydı ki "Anam böyle de bir şirket olabiliyormuş demek" modunda şaşkın, kırmızı yanak Heidi tadında naif bir haleti ruhiye içerisinde ve on milyonda bir görülen problemi görmezden gelerek çalıştım uzun süre. Heidi formatında olduğumdan çoğu insanı pek sevdim. Pek sevilesi olduklarından mı? Pek tabi ki hayır. Piyango bana çıkmıştı ya; sevilmeye, kabul görmeye ihtiyacım vardı, bi de pıt atmış, sevgi kelebeği modunda sevmeye.
2 ay oldu 532'den ayrılalı. Gerçekten sevdiğim ve güvendiğim bir iki kişi var. Onun dışında 0.3 gr. seviyesinde görüşüyorum tabi bir zamanlar içimi, dışımı bilen insanlarla. Bu yazıda soru-cevap metoduyla ilerliyoruz; hayal kırıklığı var mı? Tabi ki hayır. Merak ettiğim birkaç konu var sadece; uyuya kaldığın için kaçırdığın filmin sonunu merak etmek gibi. Whatever happened to baby Eva Longria?* Sahiden noldu kırmızı vespalı Eva Longria'ya? Birlikte karpuz kesiyorduk oysa.
Burada yazı yazdığım masadan kalkıyor ve sesimi çatlatıp böğürerek hunharca şu şarkıyı söylüyorum; "Yalan dünya herşey bomboş hancı sarhoş yolcu sarhoş" ve yetmiyor barın kapanmasına yakın şu şarkı geliyor:

http://www.youtube.com/watch?v=ar9PExMugJg

Yazının bitmesine yakın ise biz buraya nerden geldik diye soruyor ve tekrar başa dönüyoruz. 6 yıldır sosyalleştiğim çevreden ayrılınca okunma sayım düştü gibime geliyor. Başka sahalarda top sektirmeliyim.

Bu yazıda neyin bir kez daha altını çizdik? Neymiş? İş yerlerinde kurulan arkadaşlıklar balonmuş, şirketten ayrıldığın gün sönüyormuş. İstisnalar hariç.

(*)Whatever Happened to Baby Jane filmine gönderme.

Thursday, November 20, 2014

Tesadüfi Bir Kronolojinin 71 Parçası*

"Yok be eski tadı tuzu yok buraların" demek üzereydim çok değil birkaç saat önce. Hatta düpedüz diyordum bile evvelsi gün, ondan bir gün önceki gün, geçen hafta... Oflaya puflaya, surat asık, boyun, bel, bikini bölgesi olan kasık 'kasık' vaziyette dolanmakla meşguldum. Ziyadesiyle sıkıştırılmış, "kurtarılmış bölge" tadında, Perihan Abla dizisi sıcaklığında yaşadığımı sanar, kah annemin, kah eşimin, kah tatlı su balığının beşiğini tıngır mıngır sallar iken domino taşlarından biri düşüverdi, ardı sıra ortalıkta ne var ne yok devrildi. İletişim olarak adlandırdığımız en be en önemli mevzuda core kadrodaki şahısların tümüyle tartışarak sınıfta kaldım. Vere vere ayarı, oldum mu sana ayarcıların başı.

Derken tüm zamanlarda en bombastik yöneticim olarak otobiyografime adını yazdıran Esra Gül Nilbaz imdadıma yetişti ve onun tavsiyesiyle bu akşam İletişimde Ustalık eğitimine başladım. Peki bilin bakalım, bazılarının İstanbul'un öteki ucundan 4 vesaitle geldiği eğitim salonu neredeydi? Bizim eve 3 dakikalık yürüme mesafesinde! Hatırlarsanız daha önceki derslerimizde hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığını söylemiştik.

Eğitimi çok beğendim; 10 numara 5 yıldız.
İletişim hususunda en azından kalfa olduğumu sanarken ben, 10 üzerinden 10 çırak çıkıverdim.

Tam bir loser.
Ama ölmek, dönmek yok.
Tez vakitte hedef gemisini denize indiriyorum.
Ve ilk işimi hallediyorum.
Nedir bu iş? diye soracak olursanız size nanik yapıyorum. Herşeyin bir zamanı, benim de dermanım var**. Elbette. Bazen çiçek açıp bazen solacağım. Elbette daldan dala konup sonra uçacağım...***

*!994 yapımı Michel Haneke filmi.
**Fikret Kızılok'un söylediği "Bir Harmanım Bu Akşam" şarkısına gönderme.
***Candan Erçetin'in Elbette adlı şarkısının sözlerinden bir bölüm.