Monday, March 31, 2014

Unutma sana vadettiğim tek şey gerçek, fazlası değil...

Eveeetttt bir kez daha demokrasi dediğimiz uyutmaca kandırmaca oyunu kapsamında düzenlenen seçimlerde yüce Anadolu sakinleri en kötüyü seçmeyi başardı! Biz; birtakım misal "youtube, twitter kullanan insanlar grubu" TC hudutları dahilinde yaşayan diğer gruplarla aramızda upuzun bir mesafe olduğunu bir kez daha görüp bir kez daha hatırladık. Aslında unutmamız hata; farklı dünyalarda yaşayan farklı dünyalılarız biz. Bazen bir metrobüste aynı havayı soluyoruz ama anlamıyoruz işte, hafzalamız ona göre programlanmamış; belki de yanı başımızda oturan teyze günlerden bir gün, bir akepe mitinginde "Erdoğan'ın .ötününün kılıyım"* diye bağıran teyzenin ta kendisi. Ya da o gün tv muhabiri mikrofonu ona uzatsaydı o da mide bulantısı, baş dönmesi, kusma eğilimi, cinsel isteksizlik ve depresyon başlangıcı gibi etkiler bırakan o tırnak içindeki zincirleme isim tamlamasının aynısını zikredecekti. 
Sevgili arkadaşlar bu bir cuma akşamı arkadaş evinde kafamız güzelken izlediğimiz karikatürize edilmiş karakterin canlandırıldığı bir komedi programı değil. Değiştir kanalı, flash tv'yi aç. Garip sözleri olan şarkılar söyleyen kadınlar ve erkekler, yanı başlarında garip kıyafetler içerisinde bir o tarafa bir bu tarafa zıplayarak dans edenlerden müteşekkil görüntüler karşısındaki hissin olan bitene anlam verememek, giderek endişeye dönüşen bir şekilde gülümsemek ise az evvel ev sahibinin uzattığı haplardan kırmızı olanı seçtin di mi?

"Morpheus: Hoş geldin Neo. Tahmin edebileceğin gibi ben Morpheus’um.
Neo: Seninle tanışmak bir onur.
M: Hayır. O şeref bana ait. Lütfen  gel, otur. Eminim şu anda kendini tavşan deliğinden düşen alice gibi hissediyorsundur.
N: Öyle denilebilir.
M: Gözlerinden belli. Sende gördüklerini kabullenen birinin gözleri var uyanmayı beklediğin için tuhaf ama bunlar gerçekten pek uzak değil. Kadere inanır mısın Neo?
N: Hayır.
M: Neden?
N: Hayatımı kontrol edemiyor olma düşüncesini sevmem.
M: Ne demek istediğini çok iyi anlıyorum. Neden burada olduğunu anlatayım. Bir şey bildiğin için buradasın. Bildiğini açıklayamıyorsun. Ama hissediyorsun. Hayatın boyunca hissettin. Dünyada ters giden bir şeyler var. Ne olduğunu bilmiyorsun ama orada. Beyninde kıymık gibi seni çıldırtan bir şey. Seni bana getiren şey bu duyguydu. Neden söz ettiğimi biliyor musun?
N: Matrix mi?
M: Ne olduğunu öğrenmek ister misin? Matrix her yerdedir. Etrafımızda. Şu anda bile, bu odada. Pencereden dışarı baktığında görürsün ya da televizyonu açtığında, işe gittiğinde hissedersin ya da kiliseye. Vergi öderken. Gerçeği görmemen için dünya, bir perde gibi önüne çekilmiş sanki.
N: Ne gerçeği?
M: Bir köle olduğun gerçeği Neo. Sen de herkes gibi bir köle olarak doğdun. Dokunamadığın tadamadığın ya da koklayamadığın bir hapisanedesin. Beyninin içi bir hapisane. Ne yazık ki, matrix'in ne olduğu kimseye anlatılamaz. Bunu kendin görmek zorundasın. Bu senin son şansın. Bundan sonra, bir geri dönüş olmayacak. Mavi hapı alırsan, bu hikaye sona erer, yatağında uyanırsın ve istediğin her neyse ona inanırsın. Kırmızı hapı alırsan harikalar diyarında kalırsın. Ben de sana tavşan deliğinin gittiği yerleri gösteririm. Unutma sana vadettiğim tek şey gerçek. Fazlası değil..."**

Acaba Gürkan'ın Tunceli'nin Ovacık beldesinde ütopik bir yaşam kurma teklifini kabul mu etsek? Napsak? Ya da 10 kişi toplanıp Barcelona'da 260bin euroya ev mi alsak, oturma izni veriyorlar...


(*) Olay gerçekten yaşandı:
http://www.dailymotion.com/video/x10y8pn_erdogan-in-gotunun-kiliyim-ak-parti-kazlicesme-mitingi_fun

(**) 1999 Wachowski Kardeşler filmi The Matrix'ten alıntı



Saturday, March 29, 2014

Yarın ola hayrola

Ahaha youtube da kapatılmış! Sınır tanımayan psikiyatristler birliği, bu arkadaşlara toplu olarak delirdiklerini söyleyebilirler mi acaba? Bakar mısınız bayım, sayın profesör Robert Jung işte şurda oturan beye giydirin gömleği lütfen. Yoksa korkarım ki daha ne zırvalıklar sergileyecek, biz aklı selim insanların tahayyül bile edemeyeceği. Kim koyduysa başımıza alsın bu adamı geri. İade tarihi geçti ama faturası burda, alın lütfen. Yoksa "Yangın varrrrrrr" diye bağırıcam avazım çıktığı kadar. 
Mart'ta yazı yazma performansım da düştü. Sebebi Anadolu medeniyetlerine dahil bireyler olarak topluca bu büyük manipülasyon üstadının ve dadaşlarının kepazelikleriyle yatıp rezillikleriyle kalkmamız olabilir mi?
İşte size cehennem sıcağı ve gerim gerim gerilmiş robin hood yayı gündemin tamamen dışında bir konu; dünyada iyi ki böyle insanlar da var dediğimiz gruba dahil bir yönetmen Spike Jonze'un son filmi Aşk (Her).
Burada bir parantez açarak bizleri hayattan bezdiren kötülük mabedleri, ismi lazım değil bir milyon insana karşı yüzümüzü gülümseten, dünya o kadar da gollum bir yer değilmiş dediğimiz insanlardan ilk çırpıda aklıma gelenleri saymak istiyorum; Uğur Gürsoy, Umut Sarıkaya, Binnur Kaya, Engin Günaydın, Takeshi Kitano, Tarantino, Michel Gondry, Gael Garcia Bernal, Steve Buscemi, Wes Anderson, Pedro Almodovar... Kim bilir daha daha kimler var? Charlotte Gainsbourgh seni de sayardım ama ikidir o da ayrı bir manipülatör, bir duygu simsarı Lars Von Trier'in seyirciyi naparım da hipnotize eder, hipnoz sırasında da kendime tapmalarını sağlarımcı filmlerinde oynadın ve üzgünüm hakkını kaybettin.
Ve 2014 Ezguita altın sevgi böceği ödüllerini dağıttıktan sonra Aşk filmine geri dönüyorum. Yakın gelecekte geçiyor film. Şöyle ki fazlasıyla ileri seviyede zeki, muhakeme ve mukayese yetenekleri olan, insan gibi düşünen, konuşan ve de hisseden bir işletim sistemi geliştirilmiştir. Kahramanımız (filmde zinhar tanımadığım ve ne kadar çok Türk'e benziyor dediğim) Joaquin Phoenix'in canlandırdığı Theodore, bu işletim sistemini aldığında sadece bir sesten ibaret olan sanal varlık Samantha ile tanışır. Son derece büyüleyici ve iç gıdıklayıcı bir sese sahip Scarlett Johansson aplamızın seslendirdiği Samantha çok geçmeden Theodore'un tüm hayatını kaplayacaktır.
Iphone ve ipad ile yatıp kalkan bendeniz Ezgotto kişisine ürkütücü bir yalnızlık içinde debelenerek yaşamaya çalışan ve sevgiyi, sıcaklığı etten kemikten olmayan sanal bir varlıkta bulan yakın geleceğimizin insan profili çok gerçekçi ve olası geldi. Titreyerek ürperdim. Umut Sarıkaya, lütfen o zaman da yaz olur mu? Yaz ki gülelim, ürpertimiz geçsin. 
Acaba youtube vs. kapatma bir geleneğe mi dönüşse? Geri kalsak teknolojide, sanal alemde. Anane, dede, torun tombalak çıtır çıtır yanan sobanın başına oturup ipad yerine dokunsak sevdiklerimize? İyi olmaz mı, ha?



Thursday, March 27, 2014

Bir Film, Bir Eylem


"Bu, elli katlı bir binadan düşen adamın hikayesidir. Adam kendini rahatlatmak için sürekli şöyle diyormuş; 
Buraya kadar herşey yolunda. 
Buraya kadar herşey yolunda. 
Buraya kadar herşey yolunda.
Önemli olan düşüş değil, yere çarpıştır!"

http://www.youtube.com/watch?v=dv7BYF6epBQ

Bu sözlerle başlar 1995 Mathieu Kassovitz imzalı her sahnesini ayrı sevdiğim, adeta büyülendiğim, tüm zamanların en iyi 25 filmi listeme kafadan giren La Haine (Nefret) adlı film. Türkiye'de Protesto adıyla gösterime girmişti. (imdb'de puanı 8.1 ve top 250 film listesinde 218. sırada)

Paris gettosunda geçer hikaye; Abdel adında bir Kuzey Afrikalı genç, polis tarafından vurulur, hastanede komadadır. Bu olayla beraber gettoda ortalık karışır. Kamera Abdel'in 3 arkadaşı; yahudi Vinz, Arap Said ve zenci boksör Hubert'in peşine düşer ve ayrı dinlere, dillere mensup ama aynı yolun yolcusu bu gençlerin son 24 saatini anlatır. Aralarında en çok ve deli deli konuşan Vinz'dir. En aklı başında olanı Hubert ise polislerin ırkçı tavırları nedeniyle gelişen tepkilere ve anbean yükselen gerilime karşı Vinz'in hayatını tehlikeye atacak birşey yapmasını engelleme gayreti içerisindedir. Peki yere çakılma anı geldiğinde namlunun ucunda kim olacaktır?

Nihayet bir süredir biz Türkiye vatandaşları yüzyıllık uykumuzdan uyanmaya başladık. Kımız içtiğimiz zamandan bu yana çocuklarımıza baskın olarak aktardığımız eylemsizlik prensibi genini iç mihrakların da yardımıyla mutasyona uğratma çabasındayız. Tepki gösterdikçe biz, akıl ve mantık seviyesini düşürüyor karşımızdaki. Mars'ta rastlanan tek hücreliler bile gülüyor twitter kepazeliğine. Dünya evrene, alem elaleme rezil olduklarının, uncool'luk dalında rekor kırdıklarının farkında olacak durumları da yok ki popişgillerin.

Hazır ufaktan eyleme geçmiş, eylem sözcüğünü tedavüle sokmuşken benim tavsiyem sabah uykulu gözlere rağmen sesi etraflıca yükselterek La Haine filminin müzikleriyle başlamak güne.

Buraya kadar herşey yolunda.
Ne de olsa.

İşte şarkılar:
http://www.youtube.com/watch?v=ov5hA6Bvt-s&list=PL019931A1E4C15B03

http://www.youtube.com/watch?v=af096wD9Dms&list=PL019931A1E4C15B03

Bu da efsane sahnelerden:
http://www.youtube.com/watch?v=okQJPUTQMqA