Saturday, February 8, 2014

TRT 2: İki film birden

Amaninnnboo
İkidir sinemadan filmin ortasında çıkıyorum. İlki Steve Mcqueen imzalı 12 years Slave'di. Tamamen Bay Smith'in muhteşem hafızasının azizliğine uğrayarak Christian Bale ve Brad Pitt'i izlemek üzere girdik filme! Dakikalar geçti; bu iki yakışıklıdan ne biri göründü, ne öteki. Ama başladı bir şiddet, bir celal! Hayır bu kadar ayrıntılı, uzattıkça uzatarak, ziyadesiyle ballandırarak bir şiddet sahnesi çekmeye ne gerek var? Steve Mcqueen, sorarım sana. Karıştırmayın sakın 1980'de yitirdiğimiz efsane oyuncuyla. Bu, aynı isimde bir yönetmen. Hem de çikolata renkli! Hey Steve, senin adının ilk duyulduğu film The Hunger'ı da (Açlık, 2008) beğenmemiştim. Neyin peşindesin sen ha, "Nigga madıfakı!"? Bizim Fırat tadında çoluğumuz çocuğumuz var, darlandırcan mı onları bakayım sen bu hayatta? Zaten 3 aylık suyumuz kalmış! Yürü git! (Bkz: Bir Kasımpaşalı, bir Eşrefpaşalı edasıyla "film eleştirisi" yapmak)
Nerde kalmıştık? İşte ben eski manitalar Chris ve Brad'i beklerken adam başladı mı bam güm dayak yemeye; gözlerimi kapadım yetmedi, kulaklıklarımı takıp müzik dinledim. O sırada da ayemdibi'den kontrol ettim ve kocişkonun iki işi bir arada yapmaya çalışırken iyice beyninin sulandığını, eski manitaların gelmeyeceğini anlayıp, hem eskileri göremeyecek olmama hem de yenisinin körpe yaşında balataları hafiften yakmasına üzülerek sinema salonunu terk ettim.
Dün akşam da The Perfect Match (TPM, muhteşem ikili) Martin Scorsese ve Leonardo Dicaprio filmi The Wolf of Wall Street'e (Para Avcısı) gittik. İlk 40-50 dakika filmin olağanüstü olduğunu, ne de olsa dahi bir yönetmenin imzasını taşıdığını (aklıma gelmişken, sahi Scorsese, sen ne süper bir yönetmensin, hobbit tipinle aramızdaki "hobbit yönetmen"sin) düşündüm. O tipler, tiplemeler, o diyaloglar, o oyunculuklar neydi öyle? Ağzım, kulaklarım ve gözlerim dört açılmış vaziyette izledim. Derken filmin yansıttığı, anlattığı, gösterdiği dünya öyle çürüdü, öyle zıvanadan çıktı ki ilallah ettim, moralim bozuldu, içime kapandım, dünyaya küstüm ve nihayet ara olunca çıktım. Bay Smith orta boy patlamış mısır almış sinema salonuna dönerken ben de evin yolunu tuttum. Yolda Scorsese'ye şu şarkıyı tutturdum:

Niçin baktın bana öyle?
Derdin varsa durma söyle...(*)


(*): TRT ses sanatçısı Nalan Altınörs'n söylediği bu şarkıyı bulamadım. Ama bakın ne buldum:

http://www.youtube.com/watch?v=HCrCoUsqp74&sns=em

Klip şahane; stüdyo, dekor, kıyafetler, saçlar... tam 80'ler. Ornella Muti gibi bir güzellik Nalan Altınörs. Adeta bir fenomen, bir döneme damgasını vurmuş. Başka bir yazının konusu da bu olsun. Bir de şunlar:

Oh Beyonce, Beyonce
Oh Shakira, Shakira

Thursday, February 6, 2014

Tatlı su balığı, Anne ve Baba

Kramer vs Kramer (1979)
Bu gece pek gülmelik bir gece değil, yazı da olamayacak haliyle. Gene damardan gireceğim. Tatlı su balığı yoğun bakım ünitesinde babasıyla mışıl mışıl uyuyormuş, gelen en son haber bu.
...
Yukarıdaki satırları iki gece önce yazdım. Ama devamını getiremedim o gece. Tatlı su balığı ve Mr. Smith yokken olmadı.
Ne mi oldu? Şımarıklığın doruklarına tırmanmakta olan Güneyto bu çalışma kapsamında bir süredir eline geçen herşeyi yere fırlatmaya başlamıştı. Pazartesi günü bu yatay atış harekatından bendenizin ilaç kutusu da nasibini aldı. Dört bir yana saçılan ilaçlar toplandı ama içlerinden bir tanesi duvar dibine saklanarak gözlerden kaçmayı başardı, tabi sadece büyüklerin gözlerinden. 100 cm.lik boyuyla yere yakın olan, köşe bucak sürünmeye doyamayan minik farenin sürüden kaçan bu kurnaz tableti görmesiyle atmaca gibi üstüne atlaması bir oldu. Peşi sıra acil servis, mide yıkama, önüne geçilemez boyutta uyuma isteği, ambulansla tam teşekküllü başka bir hastaneye sevkiyat, minik bedenini kaplayan kablolar, incecik damarlarından akan serum damlaları, şaşkınlık ve korku dolu saatler geldi.
Mr. Smith, Mrs. Smith'e haddinden fazla kızdı.
Mrs. Smith bu olaydan bir hayli ders aldı.
Anne ve baba, anne ve baba olmak ne zormuş, ufacık bir gözden kaçırmanın, dalgınlığın ne kadar tehlikeli sonuçları olabiliyormuş gördüler.
Peki ya minik fare?
O, sanki bir gün önce bunların hiçbirini yaşamamış gibi. Kaldığı yerden şımarıklık dağının zirvesine tırmanmaya devam ediyor. Deli danalar gibi oradan oraya koşmaya, kendini yerden yere atmaya, sünger bob zekasıyla yaşamaya tam gaz devam! Tatlı su balığı bir gram ders almadı.

Cümleten geçmiş olsun.

Ha bu arada bugünkü skor:
Ativan Köy Hizmetleri:1
Ezguita: 0

Valla bak. Yalanım varsa "Arap" olayım.


Monday, February 3, 2014

Gece, Melek ve Bizim Çocuklar*


Dün gece saat 12 olup da tarih 3 Şubat'a dönmeden yazıyı yazasım vardı ama bu işler nasip kısmet meselesi. Kuzen geldi ve hafta sonu olup bitenler tekrar tekrar konuşuldu, olaylar 18 kez masaya yatırıldı, kuzey, doğu, kuzeydoğu vs bütün açılardan irdelendi, her tekrarda sanki ilk kez duyuyor, öğreniyor gibi gözler fal taşı gibi pörtletildi ve "Nee? Aaaaa! Sen ciddi misin?" gibi cümlelerle de 4 açılmış gözlere eşlik edildi. Kınanacak kişiler ve durumlar kınandı, gülünecek olaylara deliler gibi gülündü. Kırılan ya da kırılacak potlar kah put gibi durup bakışları dondurarak kah abuk sabuk kaş göz işaretleri yaparak engellenmeye çalışıldı... Ta ki gözlerden akan uykular sözleri yutana dek... Kahretsin çok komiğiz, di mi Kaardi?
Bu kuzen aslında "kaardi"dir. Peki "kaardi" nedir?
Kaardilik kardeşliğin en üst mertebesidir. Taraflar arasındaki ego merkezli mesafe minimize edilmiştir. Bir araya gelindiğinde amaçlanan ortaya çıkan yüksek enerji ve sinerji ile cozutasıya eğlenmek, işler yolunda gitmezken, gemi karaya oturmuşken bile eğlenceyi taştan çıkararak güç kazanmak, toparlanmak, tarafların iyiliği, mutluluğu için olası fırsatlar yaratmak, tehlikelere karşı birbirini kollamaktır. Kaardiler Call Center 7/24 çalışır. Yazılı olmayan, hatta hiç konuşulmamış kaardilik mertebesine ait kuralların en tepesinde herhangi bir canlıya kasti olarak maddi manevi zarar verilmesi hariç olası tüm durumlarda birbirini yargılamamak yatar. Kaardi bilir ki bunu bir tek Kaardi'ye anlatabilir. Kaardi kızsa, bağırıp çağırsa da bilir ki seninledir. Yıllar yıllar geçse, herkes gitse de o, mekanı terketmeyecek ve terkedilmeyecektir.
...
Peş peşe 2 oldu damardan giriyorum. 
Mutluyum, umutluyum, huzurluyum.
Yassam; kendimi, sevdiklerimi korumak, kollamak,
Ativan idman yurdunu 18. lige düşürmektir.
Varlığım dünya barışına armağan olsun.
Tüm ordular dağıtılsın.
Tüm bayraklar imha edilsin.
Tüm sınırlar kaldırılsın.

Tamam Kaardi sustum. Gel hadi, ikimize çay koydum.


*1994 yapımı Atıf Yılmaz filmi. Senaryo Yıldırım Türker.
İyi seyirler.