Wednesday, March 23, 2016

Kolasız Beyaz Yaka

Evet sevgili minyonlar, nerede kalmıştık?
Henüz ilkokula başlayalı birkaç ay olmuşken öğretmen annemin ve öğretmen babamın İzmir'e tayinleri çıktı. Kasabadan ziyade büyük şehirde okuyayım diye daha da heveslenerek tası tarağı toplayıp güzeller güzeli bu sahil kentine göç ettik maaile.
Yıllar yıllar geçti. Böyle durumlarda hep olduğu gibi evdeki hesap çarşıya uymadı.
Annemgil bu kararı aldığında uslu, az konuşan, uyumlu ve "ah ne kadar da olgun" küçük bir kızdım. Amma velakin bluğ çağı gelince o uslu minik gitti; yerine asi, dik kafalı, arıza bir ergen geldi. Tek bir sivilcem yoktu lakin o kadar atarlı ve tripliydim ki acil olarak uzaya gönderilmeliydim. O güne kadar vermediğim, veremediğim tepkiler bilinçaltımda yasa dışı örgüt kurmuşlardı sanki. Derdimi cümlelerle anlatmıyor, slogan atarak dolaşıyordum. Ve tabi ki kapitalizmin ve özel mülkiyetin en küçük ve en güçlü birimi "Kutsal Aile" kurumu de neydi? Derhal terkedilmeliydi!
Annemler üniversite okuyayım diye koşa koşa İzmir'e gelmişlerdi.
Ben de The Ezguita versus Capitalismo modunda, sol yumruk havada İstanbul'a geldim koştura koştura. İşçilere dışardan bilinç taşımanın yanı sıra üniversite okuyacaktım hesapta.
Çok geçmeden İstanbul, beni öyle bir salladı ki başım sıkıştığı her an soluğu baba evinde, anne kucağında aldım. Havadaki sol yumruk çoktan aşağı inmişti. Aktif politika benim harcım değildi.
Marx ve Engels, felsefe ve siyaset iyiydi hoştu da hayatı daha ziyade romanlardan ve beyazperdede anlatılan hikayelerden öğrenmekti en güzeli. Dünyada sadece siyah ve beyaz yoktu çünkü. İnsanları yargılamak haddimize değildi, erdemli davranarak anlamak lazım gelirdi. Büyük lokma ye, büyük konuşma demişler. Başkasında görüp eleştirdiğim her şeyi bir zaman geldi kendim yaptım.
Düşe kalka, hata yapa yapa öğreniyordu insan. Karamazov Kardeşler'de kayboldum, Stalker'la yolumu buldum. Edebiyat ve sinemanın ellerinden hep tuttum.
Derken üniversiteden mezun oldum. Ama ben sadece kitabın buraya kadar olan bölümüne çalışmıştım. 18 tane futbol sahası büyüklüğündeki arazide elimde diplomayla düdük makarnası gibi kalakaldım. Herkes beyaz yakayla tanışmıştı bile.
Bir müddet bocaladım, panik oldum. Milattan önce gelecek size ama, internetin yeni yeni telaffuz edildiği zamanlardı, bırakın sosyal medyayı, siyah dos ekranlarından atıyorduk e postaları. 90lar sonu, 2000ler başı, evet bildiniz bankacılık sektörünün lale devri yılları.
Reklamcılıktan, brokerlığa onlarca saçma sapan iş görüşmesine girip çıktım. Distopik bir film setinde gibiydim ya da Kafka'nın Şato'sunda. Deney yapıyorlardı   sanki bana. Maymunlar Cehennemi'nden kaçar gibi kaçıyordum mülakat sonunda.
İşte şimdi size o karabasan görüşmelerden birini anlatıyorum.
Bankacılık üssü kuran bir bankada kurumsal pazarlama mülakatına katıldım. Öncesinde bir yazılı sınav, bir de 6 kişilik bir münazara formatında bir eleme görüşmesini geçmiştim. Bu son görüşmeydi, insan kaynakları departmanından 2 kadın sürekli sorular soruyor, 3. bir kadın ise başını kaldırmadan not alıyordu.
İlk andan itibaren gülümseyerek ve pozitif bir poz takınarak verdiğim bütün cevaplara olumsuz karşılıklar verdiler. Stres testi kisvesi altında inceden aşağılayıcı bir üslupla.
Derken yüzümde şaka yaptıklarını sanarak beliren bir tebessümle kalakaldığım şu talihsiz soru geldi "Yaşamın anlamı ne sence?" Sorunun Can Barslan'ın yaşamın anlamını tam bulacakken aygazcının geçmesiyle bulamayan Ulu Bilge'siyle hiçbir ilgisi olmadığını, ciddi ciddi sorduklarını anladığımda "Bu işte bir hata var dedim" içimden. "Yaşamın anlamı çalışmaktır" cevabını duyduğumda ise şimdi bile kızarım kendime "Hadi size iyi günleerrr" diyerek kalkıp gitmedim diye.
Almadılar beni o pozisyona. Demişler ki ailesiyle problemleri var. Konuşmada hiç böyle bir konu geçmemişti. O nedenle epey düşündüm ne sebepten böyle söylediklerini. Ve buldum!
"Bir evin bir kızıymışsın, annenler seni nasıl oldu da üniversite için İstanbul'a gönderdi." dedi The Kurumsal.
Ben de dedim ki üniversiteye başladıktan birkaç yıl sonra ben de aynı soruyu sordum anneme. Annemin cevabı beni şok etti, ona duyduğum hayranlık birkaç kat daha attı. "Ezguita, senden ayrılmak benim için çok zordu. Ama babanla düşündük taşındık, biz bugün varız, yarın yokuz, biz hayattayken kendi başına ayakta durmayı öğren istedik" dedi annem. Dedim.

Orası olmadı ama bir başka yalan dünya The Kurumsal bankada işe başladım. Kolalı beyaz kurdelamı çıkardım, kolasız beyaz yakamı taktım.

No comments:

Post a Comment