Tuesday, February 24, 2015

And The Oscar goes to...

Casino Royale (2006)
Sevgili Sümko sitesi sakinleri, lütfen şu sitenin adını değiştirin. Yazık günah, kendinizi düşünmüyorsanız çocuklarınızı düşünün. "Nerede oturuyorsun?" sorusu sorulcak diye üçbuçuk atıyor küçük kalpleri. Hep bunun ezikliği içindeler, yalan söyledikleri bile oluyo; misal Sümbül Rezidans diyenini duydum ben bizzat, kendi kulaklarımla.
Sırf küçükler değil, çiçeği burnunda bir üniversite öğrencisi genç kadın düşünün, kendi fen edebiyatta ama mühendislikten bir yakışıklıyla flört ediyorlar. Her sohbet 1 santim daha yakınlık demek. Derken delikanlı ders çıkışı "Bostancı civarında işim var, hazır karşıya geçiyorum seni de bırakayım, Kozyatağı'nda nerede oturuyordun?" diye soruyor, şöyle bir cevap geliyor; "Süm... eeee... sü... Dilkum ya, Dilkum" 

Dilkum versus Sümko! Dilkum Sümko'ya karşı. Yakında sinemalarda. Daha hiç kapışmadan Dilkum açık ara fark atar. Çağrıştırdıkları şeylere bakmak kafi; Dilkum bir koy ismi kuvvetle muhtemel, Ege'de, Akdeniz'de masmavi bir denizi kıyılayan ışıl ışıl kum taneleriyle bir kumsal. Diğeri ise bildiğin bir mide bulandırma cihazı.
Şimdi ben bunları yazarken ABD Akademi üyeleri Oscar heykellerini dağıtıyorlar. Ben de aldım bir tane Eminönü'nden, çakma. Gerçeğini ruh ikizim Patricia aldı. Maaile star, 4 kardeş 4ü de Hollywood'a girmeyi başardı. Ama esas sıkıntıyı kardeşlerin en büyüğü Rosanna çekti. Sayısız deneme çekimine gitti, en sonunda Şeytanın bacağını kırdı. Bir tv dizisinde rolü kaptı. Diğer kardeşler hep hazıra kondu. 

Eveettt dün sabaha karşı başladığım bu hafif meşrep yazıyı birazdan bitireceğim. Hem yorgunum, dolu bir gün geçirdim. Gonca'yla yükte de pahada da ağır konuşmalar yaptık, üniversitede kendisinden ders aldığım kanatsız melek Kriton Curi parkında bir yukarı bir aşağı yürüyerek. Derken akşam oldu; evli evine, köylü köyüne, evi olmayan sıçan deliğine gitti. (Tam parantez açma yeri; nasıl bir tekerleme arkadaşım bu böyle, evsizleri sıçan deliğine yolluyorlar, görüyor musun bak, vicdansız bunlar!)
Allahtan evim var, evime geldim. Tahmin ettiğim üzere Ömer Bey 4314.sü çekilen James Bond filmlerinden 2000 küsuruncusunu izliyordu geldiğimde. Çok çalışıp, çok kafa yormaktan sürmenaj noktasına yaklaşan Bay Ömer, artık "Merhaba, nasılsın?" sorusunu bile algılayamaz bir noktaya gelince ruhunu sağaltmak üzere çareyi 007 kod adlı Ajanı takip etmekte buldu. Herkeşin popisi farklı ne de olsa.*
James Bond'un üstüne BirdMan'i seyredelim dedik. Film başlar başlamaz Inarritu Abi'ye geçmişte bazı mevzulardan gıcık kapmışlığım olduğu için başladım bıdı bıdı konuşmaya iç sesimle. Bıdıbıdıdan izlemiyordum aslında filmi ama bu, kendi kendime film ve yönetmenle ilgili bazı sonuçlara varmama engel değildi. Ama mesnetsiz sallıyordum ya içim de rahat değildi. Ürettiğim tezlere yandaş bulmalıydım ve bunun üzerine başbilirkişim Mehmet'i aradım. Mehmet yönetmenle ilgli tüm çıkarımlarımı desteklemedi. Ve hatta öyle bilmiş konuşuyordum ki filmi izlemeye yeni başladığımı söyleyince "E bitir bi bakalım önce" dedi. Allahtan "Tebrik ediyorum bravo" demedi. Bu, onun kızdığında söylediği dövemiyorum bari gülerek sinirimi bastırayım cümlesiydi zira.


Başbilirkişimin sözünü dinleyerek, "Geçmişte yaşananlar geçmişte kaldı, affettim seni Inarritu" diyerek filmi izledim. Ve sevdim! Edward zaten bildiğiniz gibi exmanitam, Emma Stone zaten isminden de anlaşılacağı gibi tam bir taş, Naomi desen yaşlansa da, kim yaşlanmıyor ki?, 10 numara. 
Arkadaşlar bırbır konuştuğumun farkındayım. Herşey geçen gün sözü kesilen bir arkadaşımın, adı Merve, fotoğrafının altına Mebruke adında bir hanımteyzenin yorum yazmasıyla başladı. Bu isim beni derinden etkiledi. Ruhumda bir yer edindi.
Benim Adım Mebruke isimli romanı yazmaya bu sayede başladım...

(*)Çok sevdiğim bir video:

Wednesday, February 18, 2015

Nihat, Günaydın mı? İyi Günler mi? Geceler Uzun da peki ama Sessiz mi?

Girl, Interrupted*
Distonya Cumhuriyeti'nin yılmaz askerleri distonik kasılma seferlerine başlamak üzereler. Bir süredir her gün değişen saatlerde Ezguita kentinin inanç ve sabır kapılarına şiddetli saldırılar düzenlemekteler. Bunun üzerine kentin kraliçesi 3. Ezguita merkezi yönetimden Nişantaşı Grandükü Haşmet Hanağası'nı ordusunun başına getirdi. Genç yaşına rağmen bir savaş stratejisi dehası olarak dünya alemce kabul edilen Grandük Haşmet Bey, Distonya ordusuna karşı yürütülen tüm saldırı, savunma taktiklerini değiştirdi. İlerleyen günlerde yeni stratejist ve stratejilerin sonuçlarını hep birlikte göreceğiz.
Bu girizgahtan ve son yazılardan kolaylıkla anlayacağınız gibi şimdiki zaman pek de parlak ve eğlenceli değil. Bir zamanlar Ömer Kavur henüz esnaflığa adım atmamış, mahalleden Erol, dükkana girip "Kavurmacı Amca, bir pergel, bir kapiçino bir de kortado alacağım" cümlesini henüz kurmamış iken... Lafı dolandırmadan söylersek Ömer The Pitt, hala bir rock yıldızıyken... Onun kızlardan mürekkep hayran kitlesini bando takımına benzetirsek; ben bu bando takımının "la majörü" iken... Tüm hayatımız beyaz yakalı ve beyaz yakasız olarak birbirine taban tabana zıt 2 tarz arasında şizofrenik bir şekilde akıp giderken... Eveeeettt sabah 9- akşam 6 kurumsal, akşam 9- sabah 6 'marjinal', 'orjinal', 'kool and the hipster' ve hatta 'hey anarşit, sittir' modunda yaşarmışız dertsiz tasasız. Farkında deilmişiz ama, kurumsal binada 2de 1 yangın merdivenlerine sigara molası diye gidip öpüşürken hayat hep böyle devam edecek sanıyormuşuz. Oysa rock yıldızı dönüşünce tükkan sahibi bir esnafa birçok şey de dönüştü tam zıttına. "Newyork'ta böyle şeylere çok değer veriyorlar" sözüyle bir kuşağa ilham vermiş, muhalifliğiyle nam salmış Famous, part time Rock Yıldızı, part time proje plancısı oldu mu şimdi size muhafazakar bir dükkan sahabısı. Sakalı da cabası. Bendeniz o zamanlar Almost Famous** tadında sıska bir Uma Thurman'dım zannımca. Şimdi True Romance'teki*** Patricia'yım. Tabi daha uzun, şişko değil ama balık et modunda. Ama ruhum tam tamına Patricia.
Fırat Bey öncelikle şunu belirtmek isterim yazılarım hakkında söyledikleriniz beni aşşşşşııırıııııııı mutlu etti. Ayrıca ben zaten daha kimse sormadan bıdıbıdı konuşan bir tipim. Blogta da yazıyorum kendimden, çevremdekilerden. Ama bazısını atıyorum ya da daha ziyade mübalağa ediyorum. Misal bu yazıda da salladım az bişi. Yani ben deilim blog ifşacısı. Aman diyim yanlışlık olmasın. 
Yanlış da olmasın. Emin değilsen boş bırak.

Not: Sanırım bu konuya (eski vs yeni) kaldığım yerden devam edicem. Az daha sonra...


True Romance filminden bir kare Patricia Arquette
(*)1999 yapımı James Mangold filmi
(**)2000 yapımı Cameron Crowe filmi
(***)1993 yapımı Tony Scott filmi

Thursday, February 12, 2015

Geleneksel Çam Devirme, Pot Kırma Aktiviteleri- Oops i did it again*

Bir Pot Kırıcı Olarak Woody Allen
İpek küfürden hoşlanmıyor, hatta rahatsız oluyor. Onun yanında küfretmek istemiyorum. İşte bu konuya aşırı dikkat ettiğimden, aşırı hassasiyet gösterdiğimden sürekli küfrediyorum. Etmeyim dedikçe cümlenin başı, sonu, ortası biplenecek kıvama geliyor. Bu ne yaman çelişki anne?
Amaaaann daha ne yaman çelişkiler, pot kırmalar, çam devirmeler var. Misal babam henüz hayattayken annemle birkaç günlüğüne Yalova'ya teyzemin oğlu Savaş abimgile gitmişler. Savaş abimgil de annemle babamı bir akşam gezmesi kapsamında Gündüz Bey adında ortak bir tanıdığın evine götürmüş. Gece boyunca babam Gündüz Bey'e Sündüz Bey olarak hitap etmiş, kuvvetle muhtemel Sündüz yengemden dolayı bu isme aşina olduğu için. Adamcağız en nihayetinde "Muharrem Bey, benim adım Sündüz değil Gündüz" demiş. 
Derken kalkma vakti gelmiş, kapıda tokalaşılır, veda edilirken babam gene "Hoşçakalın Sündüz Bey" demesin mi? Sanki adamı çileden çıkarmak ister gibi. Bunu duyan Meryem, Tülay ve Savaş gülmemek için öksürerek kendilerini sokağa atmışlar. Atar atmaz da kahkaha tufanında boğulmuşlar, Gündüz Bey haklı olarak sinire kesmiş, öfkeden kıpkırmızı olmuş, kapıda kalakalırken...

Burada ufak bir parantez açıp bir zamanlar Leman dergisinde Ahmet Yılmaz'ın çizdiği eşcinsel çift Nuri ile Sündüz'ü hatırlatmak istiyorum. Sündüz Hanım dendiğinde bir problem yok da Bey sözcüğünün önüne Sündüz'ü eklediğimizde benim aklıma çotonk diye bu çiftin gelmesi beklenen bir durum. Gündüz Bey'in bu çizgi karakterlerden haberdar olma ihtimali ise yüzde sıfır nokta üç. Adamcağız bunu tahayyül etmek zorunda kalmamıştır hiç değilse...

Bir kez de bir süredir görmediğim bir arkadaşla !f İstanbul Bağımsız Film Festivali'nde karşılaşmıştık. Ben kızı görür görmez "Aaaaaa hamile misin?" diye adeta yüksek desibelle böğürmüştüm. Kız acayip gıcık olmuş, bozulmuş ve "hayır" diyerek arkasını dönüp gitmişti.

Allahın sopası yok. Yıllar yıllar sonra Gökçeçiçekler'le 29 Ekim'de bir Kaş tatilindeydik. Güneyto doğalı neredeyse 1 yıl olmuş, hamilelikte aldığım 8 kilo bir haftada yok olmuştu olmasına da sonrasında çeşitli sebeplerden almıştım gene "bir miktar" kilo.
Havanın genelde yağışlı olmasından kelli, kaldığımız otelin güzelliğinden mutlu mesut odasal aktivitelerle geçiriyorduk daha ziyade vaktimizi. Ve mütemadiyen odaya yiyecek sipariş ediyorduk. Derken bir müddet sonra oburluğumuzdan utandık ve ben telefonda resepsiyondan gene yemek üzere birşeyler isterken "Ya kusura bakmayın hamileyim de" diye bir yalan uyduruverdim. Gelen cevapla birlikte odadaki herkes yıkılıverdi, ben bozum olup diğerleri ise kahkalara boğulup. Gelen cevap şöyleydi: "Evet farkettik"...

Böyleyken böyle sevgili şirin kişileri. Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste, der atalarımızın sözleri...

(*)Britney Spears şarkısı, "Tüh görüyor musun gene hata yaptım" manasında.



Monday, February 9, 2015

Elbette Bazen Çiçek Açıp Bazen Solacağım

İçinde kardeş geçen deyimlerden beş kardeş'i bildim daha ziyade, çocukkene. Oysa ki kardeş payı diye güzel manası olanı da var deyimlerimizin misal, kardeş payının ise bir dizisi... Bu dizi ki Türkiye'de mizahın geldiği en cool nokta benim nacizane nazarımda. Selçuk Aydemir benden zarar gelmez, nazarım değmez. Hakkatten çok iyisin be abisi. Takeshi Kitano tarzı bir naiflik, bir komiklik, bir karizmatiklik. Beni de alsana sete abisi be. Hiç konuşmam; toz alırım, bulaşıkları yıkarım, ses çıkarmam, gülmem geldiğinde içime içime gülerim. olmaz mı ha?
Selçuk Bey senaryo 10 numara, çekimler 10 numara, ama sizi bu amansız, hırs kumkuması, acımasız sinema tv piyasasında diğer yarışmacılara tur üstüne tur bindirmenize en çok sebep olan nokta casting'in 10 numara 5 yıldız olması. Bakınız dizideki 3 kardeşe, bakınız anneye babaya... Bir Sezai Usta olsun, bir Şükrüye olsun... Anacım hepsi mi 10 numara olur? Ama benim 1 numaram Seda Bakan. Onun uydurmasyon İngilizceyle söylediği şarkılar, dansları vs. Tümüyle baştan ayağa kopanzi bir dizi. Vay be. "İyi şeyler de oluyor demek bu topraklarda."
Bakmak ve görmek meselesi. Blablabla.
Bizim evceğizimiz, hayatcağızımız bu aralar dikenli, suratlar ekşili, acılı. Ananeyi Avrupa'ya gönderdik hava değişikliği olsun diye. Gerçekten Alpler'den süzülen oksijen damlaları ve Mutlu ailesinin misafirperverliği, güleryüzü ananeye yaramış, Heidi gibi kızarmış yanakları.
Şahsen bana da Filij Teyze'nin izlettiği eş dost videoları yaradı. Hikaye özetle şöyle; Ankara'da yaşayan kuzenim Esma aplamın çok samimi aile dostları var. 3 aile; artık parmakla sayılacak kadar azalmış bir içtenlik, samimiyet, sevgi, koruma kollama dürtüleri, duyguları, camdan kalpler ile candan bağlılar birbirlerine. Ve bu insanlar neşe pınarında yunmuş yıkanmışlar. Somurtmak yerine gülmek olmuş tercihleri. Sanki hiç yok mu onların da hüzünleri, kederleri?

Candan Erçetin'den gelsin o halde günün anlam ve önemi:

Güneş her akşam batıp her gün doğuyorsa
Çiçekler solup solup tekrar açıyorsa
En derin yaralar kapanıyorsa
En büyük acılar unutuluyorsa
Neden aynı kalayım söyleyin bana
En derin yaralar kapanıyorsa
En büyük acılar unutuluyorsa
Ben neden aynı kalayım söyleyin bana
Elbette bazen çiçek açıp bazen solacağım
Elbette daldan dala konup sonra uçacağım
Elbette bugün ağlıyorsam yarın güleceğim
Elbette önce çekip gidip sonra döneceğim
İnanmadım asla inanamam
Her şeyin bir sonu olduğuna
Elbette bugün ağlıyorsam yarın güleceğim
Elbette önce çekip gidip sonra döneceğim